Türkiye’de neden İngilizce’nin kolay öğrenilemediği veya konuşulamadığı konuları üzerinde uzmanlarla görüşen medya mensupları; bunun nedenini soru cevap şekilde değerlendirdi. Konu ile ilgili Yurtdışı Dil Eğitiminde Dünya Lideri olan EF Uluslararası Dil Merkezleri ile ortak çalışan Festival Dil Okulu Müdürü Figen Yar Kulenoviç ve Akademik Koordinatör Meral İpek ile görüşen basın mensupları, kendilerine yönettiği sorulara şöyle açıklık getirdi: İngilizce nasıl rahat ve konuşulacak durumda öğrenilebilinir?; “Bu sorunun çok kısa ve net bir cevabı var. Tüm dünyada son 50 yıldır İngilizce eğitimi alanında yapılan kuramsal ve uygulamalı çalışmalar, İngilizce dahil bir yabancı dili öğretmenin en etkili yolunun bizim “iletişimsel yaklaşım” dediğimiz öğretim yöntem ve teknikleri olduğunu çok açık bir biçimde gösteriyor.”
Nedir iletişimsel yaklaşım?;
“Öncelikle, insan dil ile ne yapar, dil ne işe yarar, diye bakalım bu soruya yanıt vermek için. Mesela, dil ile rica ederiz, soru sorarız, özür dileriz, davet ederiz, ikna ederiz, yol sorarız, bilgi veririz, açıklama yaparız; tüm bunlar ve daha fazlası dili ne için, ne amaçla kullandığımızı gösteren somut örnekler ve bunların toplamı da dilin en temel amacı olan iletişim kurma amacına götürür bizi. Peki, ana dilimizi öğrenirken ya da doğal yollardan dili öğrenirken dil ile bunları yapmayı nasıl öğreniriz? Duyarak ya da daha geniş bir ifadeyle dile maruz kalarak ve deneme-yanılma yoluyla iletişim kurmayı deneyerek. Yani, dil öğrendiğimizi farkında bile olmadan, bizzat dili kullanarak öğreniriz. İletişimsel yaklaşım da benzer bir şekilde, dil öğrenmenin dil bilgisi ve kelime bilgisi öğrenmek değil, yukarıda saydığımız özür dileme, davet etme, rica etme gibi dil işlevlerini yerine getirebileceğimiz dilsel araçları kazanmak olduğunu söyler. Peki bunları nasıl kazanacağız? Tabi ki bolca maruz kalarak ve deneme-yanılma ve hata yapmaya izin veren güvenli bir ortamda endişe duymadan dili kullanmaya çalışarak. Bu da ancak, sınıf içerisinde gerçek hayattaki iletişim durumlarını ve amaçlarını içeren etkinlikler yaparak mümkün olmaktadır ancak. O halde, İngilizce konuşmayı gerçekten öğrenebileceğimiz bir sınıf ortamında, öncelikli olarak geniş zaman ya da geçmiş zamana dair dilbilgisi kurallarını aktarıp fiil çekimini öğrenmemiz için boşluk doldurma alıştırmaları yapmamız değil; tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi, örneğin geçen hafta sonu neler yaptığımı anlamlı bir sebep için bir başkasına anlatabileceğim etkinliklerin yapılıyor olması gerekir. Öğrencinin kendini güvende hissetmesi, hata yapmaktan korkmaması gerekir. Sınıf içerisinde öğretmenden çok öğrencinin aktif ve konuşuyor olması gerekir. Öğrencinin soyut dilbilgisi kurallarını çalışmaktan ziyade somut ve gerçek hayattakine benzeyen iletişim etkinliklerinde yer alması gerekir.”
Peki Türkiye'de neden İngilizce öğrenilemiyor?;
“Bunu tek bir nedene bağlamak zor, hatta imkansız. Aslına bakarsanız, ben inanıyorum ki İngilizcenin nasıl öğretilmesi gerektiğini kâğıt üzerinde, teoride herkes gayet iyi biliyor ama uygulamada çok fazla sorunumuz var. Sınıflar çok kalabalık; oysa sınıf içerisinde 12-15’den fazla öğrenci varsa iletişimsel yaklaşımı başarılı bir biçimde uygulayabilmeniz çok zor çünkü teknik olarak 30 kişilik bir sınıfta 40 dakikalık bir derste her öğrenci en fazla bir buçuk dakika konuşabilir anlamına geliyor bu. Öte yandan, İngilizce müfredatları teorik olarak çok iyi hazırlansa dahi o müfredatlar sınıfa öğretmen ve öğrencinin önüne gelene kadar onlarca aşamadan geçiyor ve o arada çok ciddi kayıplara uğruyor ki bunların en başında da ders kitabı hazırlama aşaması geliyor. O müfredatlardan yola çıkarak hazırlanan ders kitapları çoğu zaman düşük bütçeler ve yetersiz altyapı gibi sebeplerle müfredatın önerdiğinden bambaşka biçimlerde karşımıza çıkıyor. Diğer önemli bir faktör, öğretmen faktörü ki bunu da öğretmenleri suçlamak ya da yargılamak için söylemiyorum; aksine öğretmeni sınırlayan o kadar çok etmen var ki; fiziksel koşullar (örneğin, blok sıraların olduğu bir sınıfta iletişimsel etkinlikler yapmak neredeyse imkansızdır), idari dayatmalar, iş güvencesizliği ve işsizlik kaygısı, merkezi sınavlar, materyal eksikliği, hizmet-içi eğitim yetersizliği ve buna benzer pek çok sınırlılık. TEPAV ve British Council 2013 yılında Türkiye’de İngilizce öğrenimine ilişkin bir araştırma raporu yayımladı. Bu raporda Türkiye’de öğrencilerin İngilizceyi konuşup anlamada başarısız olmasına dair en kritik üç bulgu nedir biliyor musunuz? İngilizcenin bir iletişim dili olarak değil bir ders olarak öğretilmesi, öğretmen ve ders kitabı odaklı eğitim modellerinin benimsenmesi ve sınıf içinde bütün iletişimin öğretmen aracılığıyla gerçekleştirilmesi. Özet olarak diyebiliriz ki iletişimsel öğretim yöntemlerinin kullanılmıyor olması. Ve sorunlar bunlarla da bitmiyor aslında. Bunların dışında, daha geniş-ölçekli etmenler var bir de. Yukarıda anlatmaya çalıştığım iletişimsel yaklaşım, öğrencinin merkezde ve etken olduğu, bolca konuştuğu, hata yapmaktan korkmadığı bir sınıf ortamı gerektiriyor. Diyelim ki az önce saydığım diğer sınırlılıkların hiç biri yok, bunları uygulayabileceğiniz koşullarınız var, tüm sorunlar bitiyor mu? Hayır. Neden? Çünkü, başka faktörler devreye giriyor. Öğretmen otoritesine, ezber ve sınav geçmeye dayalı geleneksel bir eğitim sistemi içinde yetişmiş ve ders denen şeyin doğasını o şekilde içselleştirmiş bir öğrenci öyle özgür bir ortama hemen uyum sağlayabilir mi? Biraz daha genişletelim, bırakın eğitim sistemini, genel olarak aile içinden okula, oradan da en geniş toplumsal yapıya kadar otoriteye ve hiyerarşiye dayalı bir ilişki ağından gelen bir çocuk, bir sabah İngilizce öğretmeni ezber yok, alıştırma yok, hata yaparsanız sorun yok, şimdi sıraları daire haline getirip elimizdeki fotoğraflarda neler gördüğümüzü İngilizce anlatmayı deneyeceğiz derse; o öğrencinin ilk tepkisi muhtemelen “Bu ne biçim ders? Bu nasıl öğretmen? Sınavda ne soracaksınız?” olacaktır. Anlatabiliyor muyum?”
Aynı şey size İngilizce öğrenmeye gelen öğrenciler için de geçerli değil mi? Siz bu sorunları nasıl aşıyorsunuz?;
“Evet, elbette geçerli. Yalnız arada şöyle bir fark var. Bize gelen öğrenci, gerçekten istediği veya ihtiyaç duyduğu için, kendisi zaman ve para ayırarak ve yukarıda saydığımız sorunları da bizzat deneyimlemiş olarak, yani farklı bir sistem arayışı ile geliyor zaten. Biz de onlara bu farklılığı sunuyoruz.”
Sizlere dil öğrenmeye gelen kursiyerlere nasıl bir yöntem uyguluyorsunuz? Ne şekilde farklı sizin yönteminiz?;
“Aslına bakarsanız, cevabı çok basit. En baştan beri anlatmaya çalıştığım iletişimsel yaklaşımı uyguluyoruz. Sınıflarımızda en fazla on öğrenci var, fiziksel koşullarımız öğrenci katılımını ve iletişim etkinliklerini yapmaya elverişli, öğretmenlerimiz geleneksel öğretmen-merkezli yöntemlerden uzak, ezber beklemiyoruz, ödev vermiyoruz, belirli bir ders kitabı kullanmıyoruz. Derslerde önceliğimiz geniş zamanın kurallarını anlatıp fiil çekimlerini ezberletmek değil, geniş zamanı kullanarak dil ile neler yaptığımızı yaşayarak öğretmek. Örneğin, gündelik hayatta düzenli olarak yaptığımız aktiviteleri anlatmak, hobilerimizi anlatmak, bizim geniş zaman kullanarak yaptığımız iletişim etkinlikleridir. İşte biz de derslerimizde bizzat bu etkinlikleri yapıyoruz. Diğer önemli bir farkımız da modelimizin teknoloji tabanlı olması ve sınıf dışında öğrencinin yaptığı bireysel etkinlikler. Bu anlamda Türkiye’nin ilk dijital dil okuluyuz. Tüm eğitim modelimiz, dinleme-konuşma odaklı dijital bir dil programına entegre bir şekilde tasarlandı. Ayrıca, temel dil seviyesini tamamlayan ve orta düzeye geçen öğrencilerimize okuma-yazma becerilerini desteklemek için ek programlar da sağlıyoruz. Öğrencilerimiz böylece, zaman ve mekândan bağımsız bir şekilde akıllı telefon, tablet ve bilgisayarları aracılığıyla erişebilecekleri bu programlarla dil bilgisi alıştırmaları ya da ödev değil; kendi hız ve ilgilerine uygun bir biçimde dinleme, konuşma, okuma ve yazma becerilerini geliştirdikleri iletişim etkinlikleri yapabiliyorlar. Bu model, öğrencinin kaygı ve endişelerini azaltıyor, motivasyonunu ve hazır bulunuşluğunu artırıyor, ve nihai olarak da öğrenmenin etkisini ve kalıcılığını artırıyor. Öğrencilerimiz sınıf içinde de sınıf dışında da, hata yapma ve başarısızlık kaygısı taşımadan, gerçek hayat durumlarına benzer bağlamlar içerisinde kendilerini ifade edebilme yeterliliklerini ve iletişim becerilerini geliştiriyorlar. Yani, diyebiliriz ki hem anlayabiliyor hem de konuşabiliyorlar.”
Son olarak, çoğu gelişmiş ülkelerde hatta, bazı gelişmemiş ülkelerde vatandaşlar; kendi ana dilleri dışında ikinci veya üçüncü dilleri konuşurken, bu Türkiye'de neden tek dille kalıyor?;
“Aslında bu sorunun cevabını sanırım zaten vermiş oldum. Kaldı ki biz Türkiye’de henüz o tek dil olan İngilizceyi bile herkes için başarılı ve etkili bir biçimde öğretemiyoruz. Yine de altını çizmemiz gereken birkaç nokta daha var. Dili öğrenme amaçlarımız, öğretim yöntem ve tekniklerinde de değişiklikler gerektirir kuşkusuz ama birkaç istisna amaç hariç dil temel olarak bir iletişim aracı olduğundan tüm yabancı dillerin öğretimi için benzer ilkelerden söz edebiliriz. Bir yabancı dili başarı ile öğretebilen ülkelerde, ikinci veya üçüncü yabancı dili niye öğretemeyesiniz ki? Ancak, tabi ki sınıf içindeki dil öğrenmeyi sınıf dışında kolaylaştıran unsurlar da var. Örneğin, vize muafiyeti, göç, refah gibi sebeplerle bazı ülkelerin toplumsal yapısı giderek daha çokdilli bir hale geliyor; bu dil öğrencisi için, sınıfta öğrendiği dili sınıf dışında da aktif bir şekilde kullanabileceği anlamına geliyor. Yine de, İngilizcenin dünya tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir durumu var bugün. İngilizceyi yabancı dil ve ikinci dil olarak konuşanların sayısı İngilizceyi anadil olarak konuşanların sayısını katbekat aşmış durumda. İngilizce uluslararası iletişim dili, tam anlamıyla bir dünya dili. Bilim, sanayi, ticaret, turizm ve benzeri tüm alanların ortak dili İngilizce. Dahası internetle beraber yaşadığımız dijital devrim İngilizceyi cebimize, evimize getirdi. Bugünün gençliği, isteyerek ya da istemeyerek ama en zayıf ihtimalle sadece sosyal medya ve bilgisayar oyunları yoluyla dahi sürekli olarak İngilizceye maruz kalıyor ve kullanıyor. İngilizce konuşabilmek prestij, ekonomik sermaye, daha iyi iş olanakları, başka insanlara ve araçlara ihtiyaç duymadan bilgiye erişim anlamına geliyor. Yani, İngilizce öğrenmek için çok gerçek sebeplerimiz var. Bu noktada, bu ihtiyacı etkili bir biçimde karşılayacak bir İngilizce eğitim sistemi geliştirmek de artık bir tercih değil, bir zorunluluk ve sorumluluk bana göre.”