Böke, “Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş tarihin kara sayfalarına geçecek bir açıklama yaptı. “Suikastlar, canlı bombalar devam edebilir, referandumdan evet çıktıktan sonra terörün sesi kısılır” dedi. Bu cümle kendi başına hem bir itiraf, hem de bir tehdittir. İtiraftır, çünkü bir hükümetin sözcüsü bu açıklamayla terör örgütlerine hükümetin göz yumduğunu, söylemiştir. Tehdittir, çünkü eğer evet derseniz başkanlık rejimini, tek adam rejimini getirirseniz terör bitecek, ama hayır derseniz terör sürecek demektir. Bu AKP’nin ne ilk itirafı, ne de ilk tehdidi. AKP’nin vatandaşı terörle tehdit etmek gibi bir alışkanlığı var.“ dedi.
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Doç. Dr. Selin Sayek Böke, Merkez Yönetim Kurulu (MYK) gündemine ilişkin düzenlediği basın toplantısında şöyle konuştu:
Değerli basın mensupları, bizleri ekranları başında izleyen çok sevgili vatandaşlarımız, her şeyden önce hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Her hafta olduğu gibi bugün de sizlerle Cumhuriyet Halk Partisinin MYK toplantısında Türkiye gündemine dair yaptığımız değerlendirmeleri paylaşmak için bir aradayım. Hepiniz hoşgeldiniz.
AKP’NİN VATANDAŞI TERÖRLE TEHDİT ETMEK GİBİ BİR ALIŞKANLIĞI VAR
Maalesef dün Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş tarihin kara sayfalarına geçecek bir açıklama yaptı. Hükümet Sözcüsü şunu söyledi: “Suikastlar, canlı bombalar devam edebilir, referandumdan evet çıktıktan sonra terörün sesi kısılır” dedi. Bu cümle kendi başına hem bir itiraf, hem de bir tehdittir. İtiraftır, çünkü bir hükümetin sözcüsü bu açıklamayla terör örgütlerine hükümetin göz yumduğunu, bu sebeple insanlarımızın, canlarımızın öldüğünü, katledildiğini, hatta Türkiye’nin bu göz yumma nedeniyle bir terör kaosu yaşadığını açıkça söylemiştir. Bu cümle kendi başına bir tehdittir, çünkü eğer evet derseniz başkanlık rejimini, tek adam rejimini getirirseniz terör bitecek, ama hayır derseniz terör sürecek demektir.
Bu AKP’nin ne ilk itirafı, ne de ilk tehdidi maalesef. AKP’nin vatandaşı terörle tehdit etmek gibi bir alışkanlığı var. Hatırlarsınız 7 Haziran seçimlerinin hemen ertesiydi, iktidarı kaybediyor olmanın telaşıyla bugünün saray danışmanı olan Burhan Kuzu çıktı ve şunu söyledi: “Millet kaosu seçti” dedi. Hemen ardından 1 Kasım süreci başladı. O süreçte Erdoğan çıktı “400’ü verin bu iş huzur içinde çözülsün” dedi ve ne hikmetse o süreçte Türkiye kaosa sürüklendi. Terör saldırılarıyla canlarımızı verdik, darmadağın olduk. Biz o dönemde de ülkenin derdine düşmüşken, o günün Başbakanı Ahmet Davutoğlu çıktı “Bombalar patladı, oyumuz arttı” diyebildi.
Yani 1 Kasım’a giderken “AKP tek başına iktidar olursa terör biter” dediler. Vatandaşı terörle tehdit ettiler. Şimdi aynı nakaratı bir kez daha dinliyoruz. Bu da yetmez, rejimi değiştirirseniz, ülkeyi tek adama teslim ederseniz, milletin egemenliğini saraya teslim ederseniz terör biter diyorlar.
TEHDİT ETMEYİN, GÖREVİNİZİ YAPIN!
Peki 1 Kasım seçimlerinden sonra terör bitti mi? Bitmedi. Bitmediği gibi artarak sürüyor. O zaman hiç kusura bakmayın, ”Siz her seçim dönemi bu sopayı neden sallıyorsunuz ve bu terör neden hiç bitmiyor?” diye sorarlar. İşte biz de soruyoruz. Hepimizin canını yakan terör sizin için çözülecek bir sorun değil de siyaseten kullanılacak bir araç mıdır? Bu asla geçiştirilebilecek ve hafife alınabilecek bir konu değil. AKP hükümeti, sözcüsünün bu sözlerinin anlamını mutlaka açıklamalıdır. Aksi halde çok açık söylüyorum, bugünkü terörün kaynağı konusunda bu hükümet zan altında kalır. Bir hükümetin en temel görevi vatandaşının can ve mal güvenliğini sağlamaktır, terörü ortadan kaldırmaktır. Tehdit etmeyin, görevinizi yapın! 80 milyonun can güvenliğini siz sağlamaktan sorumlusunuz tehdit etmekten değil.
BU ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ VATANDAŞIN HANGİ SORUNUNA ÇARE OLACAK?
Değerli arkadaşlar, 11 Ekim’den beri malum Türkiye’nin demokratik anayasal rejimine karşı bir saldırıyla karşı karşıyayız. Türkiye’nin bunca yaşamsal sorunu varken, 6,5 milyon kişi işsizken, asgari ücret açlık sınırının altındayken ve verilen 104 liralık zam henüz bu senenin iki haftası dolmamışken tamamen zamlarla ve dolardaki kur kaybıyla erimişken, Türk lirası %26 civarında değer kaybetmişken Türkiye’nin gündemi bunlardan çok uzakta, ülkenin geleceği bir rejim değişikliği inadına kilitlenmiş durumda.
Türkiye bırakın rejim değişikliğini, esasında fiili başkanlığın miladı olan 2014 yılından bugüne kadar zaten bu tek adam rejiminin faturasını ödüyor. Hep beraber ödüyoruz, 80 milyon hep beraber ödüyoruz. Fiili başkanlık döneminde Türkiye fakirleşti. Kişi başına düşen milli gelirimiz 2014’te fiili başkanlığın başladığı yıl 12 bin 112 dolardı. 2015’te kişi başına düşen gelirimiz çok daha düşük 11 bin 14 dolar. 1096 dolar daha fakiriz fiili başkanlık yaşandığı için. 2016’da bu rakamın daha da düşük olacağını hepimiz çok iyi biliyoruz.
Yine fiili başkanlık döneminde Türkiye ekonomisi küçüldü. 27 çeyrek sonra yani 7 yıl içerisinde ilk defa son çeyrekte 2016’nın üçüncü çeyreğinde Türkiye ekonomisi % 1.8 küçüldü. Bu üretim yapamadığımız anlamına geliyor, geliri yaratamadığımız anlamına geliyor. Fiili başkanlık döneminde işsizlik arttı. %11.8’le çift hanelerde yukarı doğru evrilen bir işsizlikle karşı karşıyayız. 700 bin kişi sadece fiili başkanlık dönemi sürecinde işsiz kaldı. 700 bin kişi 3 milyon işsize eklenmiş durumunda fiili başkanlık döneminde. Fiili başkanlık döneminde cebimiz eridi. Türk lirasının değeri yok oldu gitti. Türk lirası 3 Ekim’den beri 150 para birimi arasında en çok değer kaybeden üçüncü para birimi oldu fiili başkanlık döneminde. Yani fiili başkanlık döneminde yaşadıklarımız eğer rejim değişikliği olursa ne yaşayacağımızın çok somut bir göstergesi. Bir başka deyişle Perşembe’nin ne getireceği Çarşamba’dan belli.
Dolayısıyla şu soruyu sormak bir yükümlülüktür. Bu anayasa değişikliği Türkiye’nin, 80 milyonun, vatandaşın hangi sorununa çare olacak? Yoksulluğuna mı, işsizliğine mi, sofrasındaki yangına mı, yoksa cebindeki paranın değerinin erimesine mi? 80 milyona bu ekonomik faturayı ödeten fiili başkanlık sistemi ve o başkanlık sistemi anlayışının kurumları zedeleyen, devleti yok eden, içini boşaltan, yıkan anlayışının da ta kendisi. Dün de gördük Merkez Bankası faiz kararını açıkladı. Merkez Bankası’nın kararı ve sonrasında yaşananlar Merkez Bankası bağımsızlığının ve saygınlığının maalesef tamamen eridiğini, bu siyasi iktidar tarafından eritildiğini bize çok açıkça gösterdi. Merkez Bankası siyasetçileri kızdırmama korkusuyla ekonominin gerçekleriyle kendi yaptıkları arasına sıkışıp kaldı. Merkez Banka’sının tek adam rejimi kaynaklı bu sıkışıklığı, Türkiye’ye her gün ekonomik bedeller ödetiyor. Yani bu tek adam rejiminin kurumları çökertmesi, bir bedel olarak 80 milyona geri dönüyor. Bu siyasi risk olmasa, kurumların üzerine bu baskılar kurulmasa, 90 yılda inşa edilmiş kurum saygınlıkları bir siyasi ihtiras uğruna yok edilmese, esasında Türk Lirası değer kaybetmeyecek, faizler artmayacak, hatta o faizler zaten kendiliğinden düşecek. Kurumların içini boşalttıkları gibi reform kelimesinin de içini boşalttılar. Eylül’de bir paket açıklanmıştı büyük şaşaalarla Doğu-Güneydoğu teşvik paketi. Şimdi o paket yeniden ambalajlandı, “Cazibe Merkezleri” adı altında yeniden büyük şaşaalarla sayın başbakan tarafından dün açıklandı. Daha birkaç ay önce yine 23 il için açıklanmış teşvik paketi bir kez daha pişirilip karşımıza konuldu. Sanki yeni bir şey varmış gibi o pakette de cazibe merkezlerinden bahsediliyordu, bu pakette de cazibe merkezlerinden bahsediliyor. Arka arkaya paket açıklama ihtiyacının olması hem iş yapılmıyor olmasından kaynaklanıyor, hem de yapılanların işe yaramıyor olmasından kaynaklanıyor. Burada tabi üzücü olan bu açıklanan paketin medya tarafından da sanki yeni bir şey açıklanıyormuş gibi büyük bir heyecanla sunulması. Oysa hepimize düşen görev gerçekleri anlatmak, vatandaşımızı doğru yönde bilgilendirmek, siyasi istikrarsızlık, hukuksuzluk, terör ve güvensizlik devam ettiği sürece bu paketler ve Merkez Bankası hiçbir soruna çare olamaz. Hepimize düşen görev; bu siyasi istikrarsızlığı, bu hukuksuzluğu, bu demokrasi yoksunluğunu bir an evvel düzeltmek ve Türkiye’nin 80 milyonun ortak sorununa çare olmaktır. Dolayısıyla bir kez daha tekrar etme ihtiyacı duyuyorum. Bugün yaşıyor olduğumuz sorunları ne Merkez Bankası, ne de allayıp pullayıp tekrar tekrar masaya getirdiğiniz dostlar alışverişte örsün paketleri kurtaramaz. Sorun siyasidir. Çözümde siyasette olmak zorundadır. Sorun demokrasi eksikliğidir. Çözüm de demokrasinin güçlendirilmesi olmak zorundadır. Türkiye ekonomisinin ihtiyacı çok belli huzur gerekiyor, güven gerekiyor, güvenlik gerekiyor, demokrasi gerekiyor, birlikte yaşama kültürünü geliştirecek bir değişim gerekiyor. Rejim değişikliği dayatmasıyla statükoyu ve vesayeti değiştirecek adımlardan uzak işler yapmak gerekiyor.
MUTLAKA DEMOKRASİ KAZANACAK
Değerli arkadaşlar, referandum sürecine gidilirken daha ilk haftada, henüz birkaç gün olmuş, “Hayır” diyeceğini açıklayan kişi ve kurumlara baskılar başladı bile. AKP’nin ilk referandum stratejisinin korku ve tehdit olduğu açıkça görünüyor. Dün Türkiye Kamu Sen’e bir saldırı yapıldı. Bir sivil toplum örgütünün seçilmiş başkanına tehditler savruldu. Bugünden uyarma ihtiyacı ortaya çıkıyor. Rejim değişikliğine “Hayır” diyenlere, cumhuriyete sahip çıkanlara, milletin egemenliği sarayın egemenliğinden kıymetlidir diyenlere, saraya teslimiyete hayır diyenlere, ister hükümet yandaşları tarafından, isterse hükümetin cesaretlendirdikleri tarafından gelebilecek hiçbir tehdide biz pabuç bırakmayacağız. Buna demokrasi diyen, cumhuriyet diyen, Türkiye’nin birliği beraberliği diyen, birlikte yaşama kültürü diyen hiç kimse izin vermeyecektir ve izin vermemelidir. Vatandaşından STK’sına, derneklerinden odalarına hepimize ortak bir görev düşüyor. Demokrasiyi bu referandumda da yaşatmak ve daha sonra demokrasiyi hep beraber inşa edecek hayır adımını atmak hepimizin en temel görevi. Ne yaparsanız yapın Türkiye’ye tek adam rejimine karşı duranların mücadelesine ve demokrasiye engel olamayacaksınız. Bu ülkede mutlaka demokrasi kazanacak. Er ya da geç. “Türkiye” diyen, “Cumhuriyet” diyen, “Bizi fakirleştiren, ayrıştıran, tehdit eden bu düzen değişmeli” diyen herkes mutlaka “Hayır” diyecek.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Soru- Efendim henüz Cumhurbaşkanından onay gelmedi ama sosyal medyada bir evet kampanyası başlatıldı. Milli sporcular video paylaştılar. Onlarla ilgili değerlendirmeniz var mı?
Selin SAYEK BÖKE- Biraz önce de söyledim. Ekmeğini taştan çıkartmak zorunda kalan milyonlar var Türkiye’de, onlar kendi yarınları için “Hayır” diyecekler. Ama belli ki kendi kazandığı milyonlar ancak sarayın vesayetine bağlı olanlar, Türkiye’yi yok etmek pahasına “Evet” demeyi göze almışlar.
Soru- Hocam bugün sizin toplantınızdan önce Başbakan Binali Yıldırım il başkanlarına seslendi ve CHP’yi kastederek “Rejim değişiyor diyorlar, Türkiye elden gidiyor diyorlar, Türkiye’nin hiç bir yere gittiği yok emin adımlarla ilerliyor. Kendi ikballerini düşünüyorlar” dedi. Bir değerlendirmeniz olur mu?
Selin SAYEK BÖKE- AKP’nin kendi ikbaliyle ilgili olan endişesi her adımından belli olduğu için, burada çok açık bir kendini ifade ve itiraf yaşanmış bir kez daha. AKP’nin huyudur, itiraf eder tehdit eder. Dolayısıyla bizim Türkiye’nin geleceğiyle ilgili tek bir kaygımız var. O da Türkiye’de bu düzeni derinleştirmek isteyen, yeni bir saray vesayeti kurmak isteyenlere karşı duracak demokratik güçleri güçlendirmek bizim tek görevimiz. Hiçbir endişemiz yok. Biliyoruz ki bu topraklardan sadece ve sadece birlikte yaşama kültürü ve demokrasi çıkar.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Hayırlı günler olsun.