Başlıkta da
belirttiğimiz gibi 15 aylık pandemi süresince OECD ülkeleri arasında okulları
açamayan ya da en geç açan son iki ülkeden biri olan Türkiye, Gerek uzaktan eğitimde gerekse de yüz yüze
eğitimde son derece başarısız olmuştur. MEB Eğitim sisteminin ihtiyaçları ve
öğrencinin üstün yararı yerine piyasa koşullarını önceleyerek planlamalar
yapmış, sahada çalışan öğretmenlerin, velilerin, diğer eğitim paydaşlarının
görüşlerini almaksızın yaptığı her açıklamayla sahada kaos oluşmasına neden
olmuştur.
1 Hazirandan
bu yana göstermelik olarak açılan yüz yüze eğitim süreci de eğitimdeki
plansızlığı açıkça gözler önüne sermiştir. Örneğin önce 18 Haziranda
öğrencilerin karne alacağı ve dönemin sona ererek 2 Temmuza kadar telafi
programı uygulanacağı açıklanmışken, daha sonra karnelerin sadece e-okuldan
verileceğinin açıklanması, daha sonra da 18 Haziranda karne hiç verilmeyeceği,
2 Temmuza kadar genel müfredat okutulacağı, 5 Temmuzdan sonra gönüllülük esasına
göre telafi programı yapılacağı vb. karmaşık ve tutarsız açıklamalar, bakanlığın
durumunu ortaya koymaktadır.
Yine LGS ve
YKS sınavlarında, 15 aydır okullar ve yoksul çocuklarının yaygın olarak
kullandığı sınava hazırlık kurumları açılmamışken; ölçme-değerlendirme
tekniklerinin çok ötesinde son yılların en zor sorularının sorulmuş olması,
bakanlığın yaklaşımını ortaya sermektedir.
Tüm bu olumsuz
süreç sırasında Eğitim Sistemi, bakanlığın tüm olumsuz uygulamalarına rağmen
büyük bir özveri ile çalışan Öğretmenler ve Eğitim Emekçilerinin çabası ve
çalışması işe ayakta kalmıştır.
Milli Eğitim Bakanlığı,
süreci eğitsel kaygılarla değil ekonomik kaygılarla yürüttüğünü “Telafide Ben de Varım” adıyla tanıttığı
göstermelik telafi programıyla bir kez daha göstermiştir. MEB’in açıkladığı
program bir telafi programı değil, her yıl rutin olarak yapılan “Yaz
kurslarıdır.” Bu kurslar elbette öğrencilere yararlıdır ve yapılmalıdır. Ancak
asla bir telafi programı değildir.
Milli Eğitim
Bakanlığı; bunca kesintinin, bunca olumsuzluğun, bunca eşitsizliğin yaşandığı
bu süreci göstermelik yaz kursları ile telafi edeceğini düşündüğüne göre, onlar
açısından eğitim de bir sorun yok demektir. Ee! Haklılar, ortada eğitim olmazsa
sorun da olmaz.
Telafi
kavramı, kötü, olumsuz bir etkiyi ya da sonucu ya da bunun yarattığı zararı,
eksik kalanı tamamlamak, karşılayıp gidermek anlamına gelir. Milli Eğitim
Bakanlığı 15 aylık süreçte; hangi kademedeki öğrencilerin ne kadarının eğitime
eriştiğini, ne kadar öğrencinin örgün eğitim dışına çıktığını, işleyiş
sırasında nelerin eksik kaldığını, hangi hedef davranışların, hangi
kazanımların, hangi müfredat konularının eksik kaldığını tespit etmiş midir?
Tüm bu alanlar ve daha fazlası bilimsel yöntemlerle tespit edilmeden bir telafi
programından söz etmek mümkün değildir.
Eğitim Sen
olarak bir kez daha öneriyoruz; bakanlık bir an önce aralarında
akademisyenlerin, sendikaların ve sahadaki diğer paydaşların da olduğu bir
komisyon yoluyla, yukarıda belirtilen eksiklikleri tespit etmelidir. Örgün
eğitimden kopan çocukları tekrar sistemin içine alarak, eksik kalan akademik
alanları da müfredatın içine yedirerek, eylülden itibaren (zorunlu olarak)
genel öğretim yılı içerisinde telafi programı oluşturulmalıdır.