Değişim,
sürdürülebilirlik, teknoloji, insan, eğitim ve yeniden yapılanma üzerine
aklımızda birçok soru var. Neler oluyor ve bundan sonra insanlığı neler
bekliyor? Tüm bunları Sakarya Üniversitesi Sakarya Ekonomik ve Sosyal
Araştırmalar Merkezi (SESAM) Müdürü Prof. Dr. M. Çağlar Özdemir’e sorduk.
Dünya yeni bir döneme
giriyor, girdi. Dünyada dengeler yeniden kurulacak ama nasıl? Sistem kapitalizm
üzerinden mi devam eder yoksa bambaşka bir sistem mi inşa edilir?
Yeni dönemde kapitalizmin tamamen ortadan kalkacağını
söylemek güç. Ancak tüm bileşenleri ile yeniden yapılandırılacağı da artık
ortadadır. Çok yüksek ihtimalle Kapitalizmin temel kitabı artık A.Smith’in
“Milletlerin Zenginliği” olmayacaktır. Milletlerin Zenginliği’nin temel teması
bir malın değerinin onun üretimine harcanan emek miktarı kadar olduğu üzerine
oturur. Bugüne kadar söz konusu kural geçerliğini korumuştur. Çünkü her ne
kadar teknoloji giderek etkisini artırsa da emek gücünün üretim faktörü olarak
mecburi kullanımını ortadan kaldıramamıştır. Sosyalist doktrin de bu tema
üzerine oturur. Ancak buradaki temel sorun sarf edilen emeğin tam olarak
karşılığını alamamadır. Artı değer sürekli ve istikrarlı biçimde burjuvaya
akarak onları daha da zenginleştirmektedir. Yüzyıllardan beri işi yaptıran ile
işi yapanın bölüşüm sorunu tartışılmaktadır. Bu savaşta enstrüman da, meta da
insandır. Ne kadar hümanist ya da heterodoks insani bir paradigma çerçevesinde
üretim yapılırsa yapılsın hepsi insanı meta olarak görmektedir. Üreten olmazsa
üretim olmaz, üretim olmazsa tüketim olmaz. Emeğin ikamesi başkaca bir üretim
faktörü bulunmadığı sürece sistem bu şekilde ilerlemeye mahkumdur.
Teknolojik alanda da
bir ilerleme olarak nitelendirdiğimiz bir değişim, dönüşüm var. Diğer taraftan
dünya kaynakları da tükeniyor. Teknoloji dünyayı beslemiyor, işler kötüye mi
gidiyor?
Teknoloji yeni bir kavram değil. Üretim için teknolojiden
etkin yararlanmaya başlayalı 150 yıldan fazla bir süre geçti. Başlangıçta
gönyeli torna tezgahlarından sonraları 5 eksen, 7 eksen CNC torna tezgahlarına.
Dün görece ilkel makinelerle yapılan işlemler için bugün CNC’leri de aşarak
yapay zekayı kullanan makinelerle yapılmaya başlandı. Sonuçta üretimde
kullanılan yine bir makine.
Günümüz kapitalizminin asıl temelleri 1940’larda hem kontrol
hem de parasal olarak yeni mutabakat (new deal) denilen bir süreçle başladı.
Ancak gelinen noktada tahribat su yüzüne fazla çıkmış olmalı ki artık
sürdürülebilirlik çok daha fazla dile getirilmeye başlandı. Yaklaşık on küsür
yıldır yeşil ekonomi üzerine dersler veriyor ve anlatmaya çalışıyoruz. Çok da
etkili olduğumuz söylenemez. Çünkü bu ülkenin halen temel sorunlarını aşamadık.
Örneğin yabancı bir yatırımcı geldiğinde yüzlerce dönüm tarım arazisini derhal
tahsis etmek bizim için çok da şaşırtıcı değil. Biraz tepki ve gösteri oluyor
ancak ardından konu hızla gündemden düşüyor.
Üstelik tepki gösterenlere, yeni oluşan istihdam emsal
gösterilerek karşı tepki daha şiddetli oluyor. Her ne olursa olsun gelinen
nokta belli. Elbette sadece bizde değil dünyada da belli. Artık sürdürülebilir
bir süreçten giderek uzaklaştığımız açıkça ortadadır. Günümüzde tartışılan
yeşil yeni mutabakat (green new deal) bu gerçeğin sonucudur. Aynı yeni
mutabakatta olduğu gibi bugün farklı bir dünyanın inşasında da yeşil yeni
mutabakatı kullanmamız yüksek ihtimaldir. Çünkü dünya giderek yaşanmaz bir hal
alıyor. Daha yaşanabilir bir dünyanın yapısı; temiz enerji, temiz üretim, temiz
çevre ve en nihayetinde yeşil ekonomi yapısı üzerine oturuyor. Yeşil yeni
mutabakat bu söylemin somutlanmış ifadesidir.
Yeşil ekonominin
dinamikleri daha sürdürülebilir alternatifler sunuyorsa o halde mevcut üretim
yöntemleri ile ilerlememiz mümkün görünmüyor, doğru mu?
Otomasyon, yapay zekâ ve robot teknolojileri çerçevesinde
yeni bir üretim tarzı planlanıyor. Etkileşimli yönetim için eski Yunan’da
kullanılan simbiyotik kelimesi, kapitalizmin üretimde teknolojiyi etkin
kullanması ile sibernetiğe dönüştü. Şimdilerde yine simbiyotik tartışmaları
yeniden gündeme gelerek hız kazandı. Ancak bu sefer farklı bir şekilde içine
simbiyotiği de alarak nesnelerin internetine evrildi. Daha açık ifade ile
nesnelerin iletişimi. Bu yapıda söz gelimi, buzdolabı marketle kendisi iletişim
kurabiliyor ve kendi siparişini verebiliyor. Etkilenici faktör olarak insan
sipariş edileni tüketiyor. Burada üreten, gönderen ve getiren de robot.
Simbiyotik dediğimiz tam bir içsel birbirine girme olayıdır. Hücreler
likitleşmiş ve tam olarak ayrıştırılamıyor. Geçmişte makineyle insanı
ayrıştırabilirken günümüzde farklı bir ayrışmadan bahsedilmektedir. Misal, evde
elektrik süpürgesi yoksa süpürgeyle süpürebilirsin.
Görüldüğü gibi hala ayrıştırılabiliyor. Ancak günümüzde
artık evi küçük bir robot kendi kendine süpürebilmektedir. Fiili olarak süpürme
eylemi gündemden çıkmış durumdadır ya da çıkmaya adaydır. Ama temizlik
gündeminden çıkmış değil. Sadece temizliği sağlayacak aktivasyondan insan
gücünün gündemden çıkması mümkün hale gelmiştir. Dolayısıyla bu simbiyotik
denilen yapılanmada bir eylem için bir ayrışım söz konusu değildir. Diğer bir
örnek, Google’ın insansız araçlarında otobüs şoförü yok. O halde kırmızı ışıkta
geçme, yayalara çarpma veya zamanında ulaşamama gibi insani nedenlerden
kaynaklanan riskler en aza indiriliyor.
Tüm bu tartışmalar
bizi şu soruya itiyor: İnsanlar üretimde bu kadar etkin olamayacaksa o zaman ne
olacak? Bu kadar yoğun bir nüfus olmasının nedeni bu insanların hala üretim
faktörü olmasından kaynaklanmakta. Bunu gelecekte otomasyona, makinelere,
robotlara, yapay zekaya devredeceksek insanın rolü ne olacak?
Sanayiye ve insanın üretim gücüne muhtaç bir dünyada mevcut
mesleki eğitimlerin önemi büyüktür. Bugüne kadar yazılmış tezlerin tamamı
insanın üretim gücünden daha iyi faydalanmaya odaklanmıştır. Daha iyi yetişmiş
bir insan gücü ne anlama gelmektedir? El/kol işçiliğinde daha fazla marifet,
yabancı dil bilgisi, çalışma disiplini, hatasız üretim kapasitesine ulaşmak.
Ancak artık üretimi robotlara devredeceksek tüm bunlara neden ihtiyaç duyulsun?
Örneğin bir çeviri kulaklığı sayesinde karşımızdakini hangi
dili konuşursa konuşsun rahatça anlayabildiğimiz bir teknolojik destekle
yabancı dil öğrenimini bugünkü kadar elzem olur mu? Geleneksel eğitimlerin bizlere sundukları ile bugün tartıştığımız
yeni dünyanın dinamikleri arasında pek de yakın bağlantı yok gibi duruyor. Daha
disiplinli ve kaliteli üretim için harcanan geleneksel eğitim çabalarının,
üretim sisteminin otomasyon, robotik teknolojiler ve hatta yapay zeka
etkileriyle gelecekte boşa çıkması pek de ihtimal dışı görünmüyor.
Geleneksel emek gücü kullanımı yerini robotlara bırakacaksa
artık insanların başka roller üstlenmesi gerekiyor. Örneğin düzenleyici roller.
Ortaçağ feodalitesinde, asil sınıf, serfler ve plebler gibi robotlaştırılmış
emek gücü sayesinde bu hakkını kullanabiliyordu. Hatta kendini insan olarak
addeden kişiler için çalışma onur kırıcı, aşağılayıcı bir eylem olarak
algılanıyordu. Dolayısıyla yaşamak için çalışmak zorunda olan serfler veya
plebler robot olurken, üretim araçlarını elinde bulundurup çalışmayan asiller
insanı oluşturmaktaydı. Asiller düzenleyici rollerini hem toplumu hem ekonomiyi
yapılandırmak için kullanırken aynı zamanda kültürel anlamda sanatla,
felsefeyle, sporla, mimariyle de uğraşmaya da vakit buluyordu. Çünkü bunlar
insani uğraşlardır. Kapitalizmin özgürlük veya kurtuluş söylemiyle aydınlanmış
insanlığa taahhüt ettiği eylemler bunlardır. Ancak görünen o dur ki geçmişi
farklı parametrelerle yeniden pekiştirmekten geri kalmamış. Kapitalizmin
insanlara sunduğu özgürlük onların kendi kararlarını alma, eğitim hakkı veya
seçim hakları gibi göz boyayıcı unsurlarla süslendiğinden yaşam hakkı (ya da
insan hakkı) yine kurgulanmış sınırlar içinde kalmaya devam etmiştir. Örneğin
ne oldu da birdenbire matematiği, doğa ve sosyal bilimleri, tahtayı kesip vidalamayı,
kaynak yapmayı öğrenmek zorunda kaldık? Çünkü bu yeni ve özgürleştirilmiş
üretim tarzının gereğiydi ve öğrenilmesi kaçınılmazdı. Konuya öylesine farklı
açılardan bakılabilir ki neresinden baksanız doğrular değişiyor.
Sözünü ettiğiniz bu
değişim, tüm unsurları ile birlikte ne zaman gerçekleşir?
2020 yeni dünya düzeninin başlangıcı gibi duruyor. Elbette
dünya düzeninin birden değişmesi söz konusu değildir. Ancak bir virüsün bütün
dünyaya yaptığı göz önünde tutulursa değişimin o kadar da nazlı olmayacağı
ortadadır. 2021’e geldiğimizde virüsün etkileri halen devam etmekle birlikte bu
sefer mevzuya iklim değişikliği, kuraklık ve kıtlık da girdi. Sanki Birleşmiş
Milletlerin 2030 sürdürülebilir kalkınma amaçları listesi takip ediliyormuş
gibi sorunlar artarda dizilmeye başlandı. Bu listede neler mi var? Yoksulluğa
son, açlığa son, sağlık ve kaliteli yaşam, nitelikli eğitim, toplumsal cinsiyet
eşitliği, temiz su, temiz enerji, insana yakışır iş, yenilikçi altyapı,
eşitsizliklerin azaltılması, sürdürülebilir şehir/topluluklar, sorumlu
üretimi-tüketim, iklim eylemi, sudaki yaşam, karasal yaşam, barış-adalet-güçlü
kurumlar ve amaçlar için ortaklıklar. Tüm bu bileşenlerde bir şekilde sorun
oluşturulduğunu görmek çok mu zor?
Son dönemde yaşadığımız uzaktan eğitim ile söz konusu amaç
(veya hedeflerde) yer alan nitelikli eğitimin pek de uyuştuğu söylenemez.
Geleneksel eğitim ile tarzı yapabildiğimiz bu kadar. Burada uzaktan eğitimin
gereksizliğinden veya yetersizliğinden bahsetmiyoruz. Geleneksel bakış açısıyla
şu an yürüttüğümüz uzaktan eğitimin gereksizliğinden veya yetersizliğinden
bahsediyoruz. Mekân ve zaman baskısı olmadan eğitim alınabilmesi güzel bir
şeydir. Mevzu ki alınan eğitim bir işe yarasın. Önümüzdeki dönem geleneksel
eğitimle kazandırmaya çalıştırdığımız becerilerin etkisinin azalacağını
düşünüyorum. Kitlesel eğitimlerden uzaklaşarak bireysel yeteneklere
kazandırılan becerilerin yetkinliğinden bahsedeceğiz.
Bugün bunları dile
getirebiliyorsak “insanımızı nasıl eğitmemiz lazım? Eğitim gerçekte nedir ve gerekli
olan nedir?
Bu soruları sorarak yeniden başlamalıyız. İnsanların
yaşadıkları dünyaya, çevreye duyarlı, algı ve farkındalıklarının artması
gerekmektedir. Bundan önceki dönem Nihilist bir dönemdi. Bizim hiçbir şey
algılamamamız, düşünmememiz gereken bir dönemdi. Şimdilerde öyle değil.
İnsanlar etkin olarak yaşadıkları yere entegre olmaya çalışıyorlar. O halde
artık farklı bir eğitim gerekiyor. 45 dakikalık derste öğrenciye monolog
anlatılan derslerin dönemi tükenmiştir. Eğitimin talep edilene verilmesi
gerekir. Bizde öğrenciye eskiden talebe denilmesinin nedeni budur.
Etkin bir eğitim için öncelikle neye ihtiyaç duyduğumuzu
keşfetmemiz gerekiyor. Yıllardır anlatılan hatta şarkılara söz olmuş (the Wall-
We don’t need know education/ we don’t need self control) sloganlar artık
kapımıza dayandı. Daha anlamlı, daha felsefi, daha işe yarar eğitimlerle
topluma duyarlı insanlar yetiştirmemiz gerekiyor. Eğitim sistemimizi
düzeltmenin yolu taklitçilikten geçmez. Bu hatayı bir kere yaptık sonuçlarını
yaşıyoruz. Madem yeni bir dünyanın eşiğindeyiz, bir toplum sözleşmesi yapıp
eğitim başta olmak üzere birçok şeyi yeniden düşünmeye başlayalım. Yoksa bir
süre sonra dünyanın yeşil yeni mutabakatını canlandırmak üzere dibine serilen
doğal desteğe döneriz.