RAND Corporation’ın “Türkiye'nin Milliyetçi Rotası” başlıklı
raporunun yayınlanmasının üzerinden tam altı ay geçti. Kimi köşe
yazarları raporu küçümseyerek önemini gizlemeye çalıştı, kimileri içinden
alınmış birkaç cümleyle raporun yaratmak istediği fitneye bilerek veya
bilmeyerek destek veren yorumlar yaptı. Ancak bugüne kadar raporla ilgili
kapsamlı bir değerlendirme yapılmadı.
Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu
Perinçek 16 Şubat’ta katıldığı televizyon programında raporun “Gölge CIA’nın
Türkiye’ye Fitne raporu olduğunu” açıkladı. Vatan Partisi, 24 Şubat 2020’de
“Uyarıyoruz Tuzak Var” başlıklı Merkez Yürütme Kurulu kararıyla RAND
Corporation raporunda “İç cepheyi bölmek amacıyla tezgâhlanan fitne ve
fesadı bütün çıplaklığıyla” ortaya koydu.
Vatan Partisi MYK kararında, “Cumhurbaşkanı
Erdoğan ile Türk Ordusu arasında, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Kemalistler
arasında, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Millî Savunma Bakanı arasında kışkırtma
girişimi belgelenmiştir.” denilmekteydi.
RAND Corporation raporunun kapsamlı
değerlendirilmesi, ABD’nin Türkiye ve komşularımız için önümüzdeki dönem ne
planladığını anlamak ve buna karşı siyaset üretmek açısından büyük önem
taşımaktadır.
RAND raporları sadece tahlil ve
ABD’ye siyaset belirleme kaynağı değildir; devletlerin politikalarını etkileme
gücüne sahip merkezlere Amerika’nın tercihlerini gösterir; Amerika’ya
direnenleri tehdit eder; ABD çıkarlarını koruyacaklara da büyük vaatlerde
bulunur.
RAND’IN ÖNGÖRÜLERİ
RAND 1996’da
yayımladığı raporla, Türkiye’nin altı yıl sonraki başbakan ve dışişleri
bakanının isimlerini açıklamıştı. Aydınlık bunu 20 Ekim 1996’da kapaktan
duyurmuştu. Doğu Perinçek, 16 Şubat 1997’de Cumhuriyet Gazetesi’ne verdiği
röportajda, “ABD Tayyip Erdoğan’ı Başbakan, Abdullah Gül’ü de Dışişleri
Bakanı yapacak. CIA’nın yan kuruluşlarından RAND Corporation’ın yayın organında
da bu yazıldı" demişti.
RAND’ın
1997’de yayımladığı “Türkiye’de Etnik ve Dini Gerilimler” isimli raporda
“Eğer Refah Partisi liderliğinde bir gençleşme gerçekleştirilebilirse, partideki
radikalleşme eğilimi, ideoloji ve pragmatizm arasında dengeye dönüştürülebilir.”
“Refah Partisi’nin kapatılması bu değişimi zorunlu hale getirir.”değerlendirmelerini yapar. 1998’de Refah Partisi kapatılır.
RAND, Şubat 2010’da yayımlanan “Sorunlu
Ortaklık – Küresel Jeopolitik Değişim Çağında ABD-Türkiye İlişkileri” isimli
raporda “Yirmi yıldır CHP Genel Başkanlığı yapan Deniz Baykal’ın değişmesi
gerektiğini” belirtmişti. Baykal üç ay sonra, Mayıs 2010’da “kaset
operasyonuyla” istifa ettirildi. 2010 raporunu yazan Stephan Larrabee, 2020
RAND raporunun da yazarlarından biridir.
RAPOR ÖNÜMÜZDEKİ ON
YILI PLANLIYOR
RAND raporunda önümüzdeki on yılı
planlamak için yazıldığı belirtiliyor: “Bu raporda, RAND araştırmacıları,
önümüzdeki on yıl içinde ABD-Türkiye ortaklığının karşılaşacağı temel sorunları
değerlendirerek ve türbülanslı olması muhtemel bu dönemde ortaklığı ayakta
tutmak için olası adımlar önermektedir.”
RAND’ın “Türkiye’nin Milliyetçi
Rotası” başlığını taşıyan son raporu da bir siyaset aracıdır. ABD
adına düşman ve dost kuvvetleri belirlemektedir. Düşman kuvvetler (ABD karşıtı
cephe) arasına nifak sokmayı, ABD yanlısı kuvvetleri (Atlantik Cephesi)
birleştirmeyi ve cesaretlendirmeyi hedeflemektedir. Erdoğan’a karşı “en
zorlu adayın Ekrem İmamoğlu” olduğunu söylemekte, üç büyük muhalefet
partisi bir araya gelirse “otoriter Erdoğan yönetimini” devirebilir ve
Batı yanlısı demokrasi tekrar kurulur demektedir.
PENTAGONUN BEYNİ RAND
CORPORATION
Raporun öneminin tam olarak kavranması
için RAND Corporation’un ne olduğunu ve bugüne kadar neler yaptığını incelemek
gerekir.
Bütün dünyada “gölge CIA” olarak
bilinen RAND Corporation’un internet sitesinde yayınladığı verilere göre 357
milyon dolarlık resmi bütçesinin % 84’ü Pentagon, Amerikan Ordusu, Hava
Kuvvetleri, Savunma Bakanlığı ve İç Güvenlik Bakanlığı tarafından
karşılanmaktadır.
1950 çalışanı, 50 ülkeden gelen 80 farklı
dili konuşan uzmanı ve Amerika, İngiltere, Brüksel ve Avusturalya’da bulunan
toplam dokuz merkeziyle RAND Corporation dev bir istihbarat, güvenlik
politikaları ve siyaset geliştirme ve operasyon kurumudur. Amerikan Devleti’ne
yön veren kurumlardan biri olarak kabul edilir.
Görevini “Araştırma ve analiz
yoluyla politika ve karar vermenin iyileştirilmesine yardımcı olmak” diye
tanımlayan RAND, bugüne kadar sayısız araştırma yürütmüş ve elde ettiği
sonuçları askeri ve sivil alana aktararak ABD hegemonyasının devamına yardımcı
olmuştur.
2. Dünya savaşından hemen sonra 1945
yılında “Project RAND” adıyla Douglas Havacılık Şirketi tarafından
kurulan Rand Corporation, ABD Hava Kuvvetleri’ne askeri planlama,
araştırma ve geliştirme çalışmaları yapmaya başlar. Kısa süre sonra Hava
Kuvvetlerine bağlı, görünürde bağımsız bir yapı haline gelir. Rockefeller,
Carnegie, Ford ve daha birçok vakıf ile sıkı bir işbirliği yürütür.
RAND Corporation Soğuk Savaş dönemi
boyunca Amerikan hegemonyasının dünya ölçeğinde yayılması için önemli görevler
üstlenmiştir. Sovyetler Birliği’yle rekabet için teknoloji ve bilişim alanında
önemli çalışmalar yürütür. İnternetin temelini atan çalışmalar yapar. İlk
bilgisayarlardan birini inşa eder.
Dünyanın ilk uydu projesini yaparak
casusluk faaliyetlerinde bulunur. Corona isimli bu uydu on yıl boyunca Sovyetler
Birliği’nin ayrıntılı casus fotoğraflarını çeker. 1951’de “Polit
Büro’nun Çalışma Tarzı” başlıklı raporu yayımlar, 1964’te Sovyetler’i kuşatmak
için NATO’nun güç planlaması raporunu hazırlar. Pravda, RAND’ı “Bilim,
ölüm ve imha akademisi” olarak adlandırır.
1969’da Vietnam’da Amerika’ya karşı savaşan
iki binden fazla vatansever esiri sorgulayarak “motivasyon ve moralleri”
üzerine rapor yayımlar. 1982’de Sovyetler’i kuşatmak için balistik füze üssü
alternatifleri üzerine rapor yazar. Sovyetler’in çöküşüyle birlikte NATO’nun
genişlemesi üzerine raporlar hazırlar.
Tek kutuplu dünya
oluşturma çabasındaki Amerikan emperyalizminin hizmetinde Balkanlar, Kafkaslar,
Batı Asya ve Uzak Asya üzerine çalışmalar yapar. Amerika’nın bölgesel çıkarları
için kritik öneme sahip olduğunu düşündüğü Türkiye’ye özel önem verir. Türkiye
hakkında çalışmalarıyla tanıdığımız Graham Fuller, Ian
Lesser, Paul Henze, Stephen Larrabee, Morton Abramowitz, Henri
Barkey, Zalmay Khalilzad, Alan Makovsky, Philip H. Gordon gibi
istihbaratçı ve uzmanlara uzun yıllar boyunca onlarca rapor, kitap ve makale
yazdırır.
Bununla kalmaz, hedef
aldığı ülkelerden “uzmanlar” devşirir. RAND’ın tezgahından geçenlerin önü
medyada, akademi dünyasında, siyasal alanda açılır.
RAND raporları tahlil
ve tahminden ibaret değildir. Devletleri Amerikan çıkarları doğrultusunda
yöneten, yönlendiren, liderler belirleyen kapsamlı projelerdir. RAND
Corporation hafife alınacak bir kuruluş değil, Amerikan Devleti’ni yönlendiren
aktörlerden biridir.
Üstelik, ABD’nin
Merkezi İstihbarat Örgütü (CIA), Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA), Uyuşturucuyla
Mücadele Ajansı (DEA), Askeri İstihbarat Ajansı (DIA) resmi kurumlar oldukları
için Amerikan yasasının sınırlamalarına uymak zorundadır. Rand Corporation
gibi, “düşünce üretim kurumları”, bu ajansların işlerini yasal sınırlama
olmadan yerine getirme lüksüne sahiptir.
TÜRKİYE'NİN MİLLİYETÇİ ROTASI
RAND’ın Ocak 2020’de
yayımladığı rapor “Türkiye'nin Milliyetçi Rotası” adını taşıyor. Raporun
alt başlığı ise, “Türkiye-ABD Stratejik İlişkileri ile Amerikan Ordusu İçin
Çıkarımlar”.
Amerikan Dışişleri Bakanlığı ile
Pentagon’un sipariş ettiği çalışmanın amacı şöyle özetlenmiş: “Türkiye'nin iç, dış ve
savunma politikalarındaki eğilimlerin Amerikan savunma stratejisi ve güç
planlaması üzerindeki etkileriyle olası sonuçlarını analiz ve değerlendirme.”
Giriş kısmında, “Rapordaki düşünceler, Amerikan devletinin değil bu çalışmaya katkı sunan
kişilerin şahsi görüşleridir” denilmesine
rağmen Türkiye'ye yukarıdan bakan, emperyalist bir yaklaşımlakaleme alınan rapor, RAND'ın Arroyo Strateji, Doktrin ve Araştırma Programı Merkezi’nde hazırlanıyor. Arroyo, Pentagon’un denetiminde olan ve Dışişleri Bakanlığı tarafından
resmi fonlarla beslenen bir araştırma kurumu.
276 sayfalık raporda
Türk-Amerikan ilişkilerinin gelecekteki seyri tartışılıyor. Rapor, Erdoğan
yönetiminde Türkiye’nin Batı’dan uzaklaştığını ve bu durumun önümüzdeki beş on
yıl boyunca süreceği belirtiyor. FETÖ operasyonları sonucunda ordunun Amerika’yla
işbirliğinin azalmasından yakınıyor. Sorunlu bir müttefik olarak kabul edilen
Türkiye’nin nasıl hizaya getirileceğini tartışıyor. Hizaya sokulamayan
Erdoğan’ın devrilmesi için muhalefetin birleştirilmesi gerektiğini söyleniyor.
RAND raporu hazırlarken bütünsel
bir yaklaşımla kapsamlı bir çalışma yapıyor: “Araştırmacılar, Türkiye'nin iç
dinamiklerini ve küresel çıkarlarını değiştiren siyasi, sosyal ve ekonomik
eğilimlere odaklanıyor; Türkiye'nin kilit komşuları ve ortaklarıyla değişen
ilişkilerini araştırıyor ve Türkiye'nin çıkarlarının ve komşularının ve
ortaklarının çıkarlarının nasıl yakınsadığını, birbirinden ayrıldığını veya
çatışma içinde olduğunu karşılaştırıyorlar.”
“TÜRK AMERİKAN ÇIKARLARI ARTIK ÖRTÜŞMÜYOR”
Rapor, Türkiye-ABD ilişkilerini tahlil
ederek başlıyor, “ortaklığın” Sovyetler Birliği’ni kuşatmak için
kuruluğunu belirtiyor:
“ABD, altmış yılı aşkın
bir süredir Avrasya ve Ortadoğu’daki stratejisinin kilit bir unsuru olarak
Türkiye Cumhuriyeti ile stratejik ortaklık kurdu. Bu ortaklık, Soğuk Savaş'ın
başlangıcında Sovyet yayılmacılığını kontrol etmek için kuruldu ve Türkiye,
ABD’nin güvenliği için önemli üç bölgenin kesişme noktasında güçlü bir NATO
müttefiki olmaya devam ediyor.”
Rapor, “Uzun Süreli İlişkideki
Gerginlikler” başlığı altında Türkiye-ABD ilişkilerinin
neden gerildiğini anlatıyor: “ABD ve Türkiye arasındaki işbirliği son
yıllarda çeşitli güçlüklerle karşılaşmaktadır, çünkü iki ülkenin çıkarları
artık eskiden olduğu gibi örtüşmemektedir.” tespitini yapıyor.
“TAYYİP ERDOĞAN
YÖNETİMİNDE OTORİTER SAPMA”
Karşılıklı çıkarların uyuşmadığı alanlar teker teker sayılıyor. “Suriye
ve Kürt meselesiyle ilgili farklılıklar, Türkiye'nin komşularıyla
ilişkilerindeki gerginlikler, yükselen terörizm tehdidi ve ABD’nin
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yönetimindeki otoriter sapma konusundaki
endişeleri, işbirliğini sınırlamakta ve güveni azaltmaktadır.” ifadesiyle
Cumhurbaşkanı Erdoğan yönetimi “otoriter sapma” olarak
nitelendiriliyor.
İki ülke arasındaki karşılıklı sorunlar; “Sürgündeki Sufi İslam hareketi
lideri Fethullah Gülen’in Amerika’da ikamet etmeye devam etmesi, Ankara’nın
S400 siparişi, Türkiye’nin Amerika ve Avrupa vatandaşlarını sözde terör
suçlarıyla tutuklaması ve Rıza Zarrab davası” olarak sıralanıyor.
Türk Milletinin Amerikan karşıtlığının artmasında, Erdoğan’ın ve diğer Türk liderlerin
söylemlerinin etkili olduğu ifade ediliyor: “Türkiye’de Amerikan
karşıtlığı derinleşmiştir, Amerikalıların Türkiye’nin güvenliğine ve
istikrarına olan bağlılıkları sorgulanmaktadır. Erdoğan ve diğer Türk
liderlerin kışkırtıcı ifadeleri bu durumu kuvvetlendirmektedir.”
Ekim 2017’de yapılan bir araştırmaya atıfta bulunularak, “Türklerin
yüzde 68'inin Türkiye’nin Avrupa ve ABD ile ittifakının bozulduğuna inandığını;
yüzde 71'den fazlasının ise Türkiye'nin Rusya ile siyaset, ekonomi ve güvenlik
konularında ittifak yapmasından yana olduğunu” belirtiyor.
“FETÖ VE PKK’YA KARŞI MÜCADELE
ÖZGÜRLÜKLERİ KISITLADI”
Raporda, Erdoğan ve AK
Parti’nin giderek otoriterleştiği, demokrasi ve insan haklarının ortadan
kalktığı anlatılıyor. Erdoğan’ın parti ve hükümet içindeki gücü arttıkça, AK
Parti’nin kuruluş felsefesinden ve programlarından uzaklaştığı söyleniyor.
2002 yılında AK
Parti’nin Fethullah Gülen’in de dahil olduğu bir ittifak olduğu ancak daha
sonra Erdoğan’ın parti ve hükümet içerisindeki etkisini arttırmasıyla birlikte
ilişkilerin gerildiği, 2007-2011 arasında gerilen ilişkilerin 2012’den sonra
iktidar savaşına dönüştüğü anlatılıyor.
Raporda Gülen “batıyla uyumlu, Sufi bir
imam” olarak nitelenirken Erdoğan gittikçe otoriterleşen baskıcı bir lider
olarak tanımlanıyor.
Gülen’e karşı tedbirlerin artmasıyla
birlikte “Demokratik haklar ve insan hakları istikrarlı bir düşüşe
geçti, bu eğilim Temmuz 2016’dan beri devam eden olağanüstü hâl ile de
dramatik biçimde hızlandı” iddiası ileri sürülüyor. Devletin
otoriterleşmesinin devam edeceği ifade ediliyor.
Rapor “AKP hükümeti 2014’ten sonra
iktidarını pekiştirmek için harekete geçtikçe, basın özgürlüğünü de
kısıtladı.” ifadesiyle FETÖ’ye ve PKK’ya karşı verilen mücadelenin
toplumu kutuplaştırdığını iddia ediyor. AK Parti iktidarının ilk yıllarındaki Batı
yanlısı tavrı sürdürmemesinden şikâyetçi.
RAPORU
HAZIRLAYANLAR
Stephen J. Flanagan, iki kez ABD Ulusal Güvenlik Konseyi’nde görev almış, on yıl boyunca,
üç farklı Amerikan Başkanı’na güvenlik danışmanlığı yapmış, yaklaşık kırk
yıllık NATO deneyimi olan üst düzey istihbarat ve güvenlik yetkilisidir.
İnternet sitesinde yer alan özgeçmişine
göre RAND’ın kıdemli siyaset bilimcisidir. 1989-1999 arasında Amerikan Başkanlarının
özel asistanlığını yapmış, aynı zamanda Ulusal Güvenlik Konseyi’nin (NSC) Orta
ve Doğu Avrupa direktörlüğü görevinde bulunmuştur. Dışişleri Bakanlığında istihbarat
yetkilisi olarak çalışmıştır. 2013-2015 yılları arasında (NSC) üst
düzey güvenlik politikaları ve strateji uzmanı olarak görev yapmıştır.
S. Flanagan son yıllarda özellikle
Türkiye, Rusya, NATO ve Karadeniz güvenlik stratejileri üzerine çalışmalar
yürütmektedir. Yayınlanmış altı kitabı bulunmaktadır.
Stephen Larrabee, RAND’ın Avrupa Güvenlik Bölümü Başkanıdır. ABD Ulusal Güvenlik Konseyi’nde
Sovyetler-Doğu Avrupa ilişkilerinde uzman olarak görev yapmıştır. Rusya,
Balkanlar, Ukrayna ve Türkiye üzerine çalışmalarıyla dikkat çekmektedir.
Türkiye’yle ilgili pek çok rapora imza atmıştır: “Sorunlu Ortaklık: Küresel
Jeopolitik Değişim Çağında ABD-Türkiye İlişkileri” (2009), “Türkiye’nin Kürt
Sorunu” (2011), “ABD’nin Güvenlik Ortağı Olarak Türkiye” (2008), “Türkiye’de
siyasal İslam’ın yükselişi (2008)”
Anika Binnendijk: Rusya ve Avrasya uzmanıdır. ABD Dışişleri Bakanlığı’nda Politika
Planlama Ofisinde görev almış, Pentagon’da Savunma Bakanlığı özel asistanlığı
ve politik danışmanlık yapmıştır. 2016’dan bu yana da RAND’da siyaset bilimci
olarak çalışmaktadır.
Raporda şu isimlerin de
imzası var: Ortadoğu ve İsrail uzmanı Shira Efron, İran uzmanı
James Hoobler, uluslararası güvenlik ve terör uzmanı Magdalena Kirchner, Arap
dünyası uzmanı Jeffrey Martini, Dış İlişkiler Konseyi üyesi Katherine Costello
ve savunma uzmanı Peter A. Wilson.
RAND Raporu ABD’nin
Milli Güvenlik Konseyi gibi en üst organlarında çalışmış, kıdemli istihbarat
yöneticileri ve güvenlik uzmanları tarafından hazırlanmış kapsamlı bir strateji
belgesidir.
Raporun önemini kamuoyu nezdinde azaltmak
isteyen kesimlerin “Rapor FETÖ’cüler tarafından yazılmıştır, önem vermeye
değmez” ifadeleri aslında ABD’nin büyük fitnesini saklamak amaçlıdır. Bu konuda
ilk yazılardan biri Soner Yalçın’a ait.
Yalçın 18 Şubat’ta Sözcü’de yazdığı “Kim
Bu Adamlar” başlıklı yazısında yazarları anlattıktan sonra, raporda
adı bile geçmeyen Colin P. Clarke isimli RAND çalışanının 2018’de firari
FETÖ’cü Ahmet S. Yayla ile ortak yazı yazmasına atıfta bulunarak “FETÖ
sevenlerin RAND Raporu’nun peşine takılmasına şaşırıyor muyuz? Hayır!” diyor.
GÖNDERME YAPILAN İSİMLER
Raporun hazırlanmasında Türk uzmanların
görüşlerine de atıfta bulunuluyor Amberin Zaman’a veSoner Çağaptay’a beş, SETA dış politika direktörü Muhittin Ataman’a
ve Abdullah Bozkurt’a iki kez atıfta bulunulurken, Metin Gürcan’a
tam 39 atıf var.
15 Temmuz darbe girişimi “isyan”
(uprising) diye adlandıran Gürcan’ın özellikle darbenin başarısız olma
nedenleriyle ve darbe sonrası tasfiyelerle ilgili yazılarına atıfta
bulunuluyor. 1998-2014 arasında TSK’da görev yapan Gürcan, asker olduğu dönemde
ABD Deniz Kuvvetleri Enstitüsü’nde Güvenlik Çalışmaları alanında Master yapmış,
ardından Ocak 2015’te TSK’dan ayrılmıştır. Metin
Gürcan, Ali Babacan’ın Deva Partisi’nin kurucular kurulu üyesidir.
ABD’NİN STRATEJİK HEDEFİ
ERDOĞAN’I DEVİRMEK
ABD’nin Erdoğan’ı hizaya sokma umudunun
kalmadığını rapordan da anlıyoruz. “Önümüzdeki beş ila on yıl boyunca
Erdoğan, … ABD ve diğer NATO müttefiklerinin çıkarlarına ters düşen iddialı dış
politika ve savunma politikaları izleyecek gibi görünüyor.”
“Yerel tavsiyeler” bölümünde “2008-2015
yılları arasında sürdürülen PKK ile barış görüşmelerini canlandırması konusunda
çok az ihtimal vardır.” ifadesiyle Kürt açılımının Erdoğan yönetiminde
yeniden başlamasının mümkün olmayacağının altı çiziliyor.
Raporda, Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın Batı’dan koptuğunu gösteren önemli vurgular yer
alıyor:
“Erdoğan ülkesinin İslam
dünyasındaki itibarını arttırmaya ve Rusya ve Çin ile yeni ilişkiler kurmaya
odaklanmış bulunuyor.”
“Avrupa ve ABD ile
ilişkiler tarihin en düşük seviyesindedir. Erdoğan’ın müttefiklere yönelik
kavgacı diplomasisi, Batı’nın İslam’a karşı artan bir düşmanlığa sahip olduğu, ABD
ve Avrupa'nın aktif olarak Türkiye'nin güvenliğini zayıflatmaya çalıştığı
yönündeki değerlendirmesini yansıtıyor.”
“Erdoğan, ulusal
çıkarları ve egemenliği ‘ABD’nin tepkici ve dışlayıcı eylemlerinden’ korumaya
odaklanan bir dış politika ve savunma duruşuyla, yol gösterici ideoloji olarak
muhafazakâr milliyetçiliği daha açık bir şekilde benimsiyor.”
Rapora göre ABD, Erdoğan’ı devirmekten
başka bir çare görmüyor. RAND’a göre PKK’ya karşı mücadeleyi kararlılıkla
sürdüren, FETÖ tasfiyelerine devam eden, Avrasyacılarla ittifak yapan,
milliyetçiliği benimseyen, Rusya ve Çin’le yakınlaşmaya çalışan Erdoğan
devrilmeli, yerine Batı merkezli politikalara dönecek bir iktidar kurulmalıdır.
RAND RAPORUNDAKİ FİTNELER
Rapor, iç cepheyi
bölmek amacıyla tezgâhlanan fitne ve fesadı bütün çıplaklığıyla ortaya
koymaktadır.
1- CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN İLE
ORDU ARASINA FESAT
Sun Tzu “Savaş Üzerine” kitabında hükümet
ile ordu ilişkisini, “Hükümdar ile komutan birbirine yakınsa o ülke
güçlü olur, ilişkileri zayıfsa ülke mutlaka zayıf düşer” diye özetler.
ABD bugün, Ordu ile Hükümet arasında güvensizlik yaratarak Türkiye’nin
direncini kırmaya çalışmaktadır.
15 TEMMUZ: “İYİ PLANLANDI ACELE UYGULANDI”
15 Temmuz darbe
girişiminin FETÖ tarafından yapıldığını kabul etmeyen, bunun bir iddia olduğunu
söyleyen RAND raporu, “15 Temmuz 2016'da TSK içindeki muhalif bir klik,
İstanbul ve Ankara'da senkronize hava ve kara saldırıları da dahil olmak üzere
nispeten iyi planlanmış, ancak aceleyle uygulanmış bir darbe girişimi ve
Erdoğan'ı yakalamak veya suikast düzenlemek için bir komando saldırısı
başlattı” diyerek darbe girişimini ordu içinde bir “kliğin” gerçekleştirdiğini
iddia ediyor.
Darbenin bu kadar gelişigüzel bir şekilde
hayata geçirilme nedeninin “Yaklaşmakta olan YAŞ öncesi Gülenci
olduklarından şüphe edilenlere karşı yapılacak bir operasyon” olduğunu
söylüyor.
Darbe girişimin bastırılmasını “Üst
düzey askeri liderlerin hükümete sadık kalma kararına ve AKP'nin toplumsal
tabanının hızla harekete geçirilmesine” bağlıyor. Burada rapor kendisiyle
çelişmekte, diğer bölümlerde ABD’ye yakın hareket ettiğini iddia ettiği Hulusi
Akar’ın ve TSK komuta kademesinin darbenin bastırılmasında kilit rol
oynadıklarını itiraf etmektedir.
ABD, FETÖ DARBESİNİN
BASTIRILMASINDAN RAHATSIZ
ABD’nin FETÖ’nün tasfiyesiyle ne kadar
büyük yara aldığı raporda açıklanmaktadır.
“2016 yılında birçoğu
ABD’de ileri düzeyde eğitim almış ve askeri dönüşüm çalışmalarına dahil olan
200 subayın tasfiye edilmesi modernizasyon çalışmalarını yavaşlatmıştır.”
“Darbe girişiminden bu
yana, TSK subayları ABD'li meslektaşları ile olan ilişkilerinde daha ihtiyatlı
davranıyorlar ve kararlarda daha az esnekler. Onlara bazen Dışişleri Bakanlığı
veya MİT yetkilileri de eşlik ediyor.”
Bu ifadeler, ABD’nin ordumuzun FETÖ
artıklarından temizlenmesinden duyduğu rahatsızlığı gözler önüne seriyor.
Raporun sonuç kısmında, ABD’nin TSK
üzerinde azalan etkisini arttırmak için, “Amerikan ordusu ve diğer
kurumlar, yeni Milli Savunma Üniversitesi’nin müfredat geliştirmesinde
Türkiye’ye yardım edebilir ve TSK’yı subaylarını ABD’deki okullara göndermeye
devam etmesi için teşvik edebilirler.” önerisi yapılıyor.
RAND, asker-askere ilişkilerin
geliştirilmesini Amerikan çıkarları için kritik önemde görüyor. “Türk
Savunma Bakanının artan önemi dikkate alınarak ABD-Türkiye Üst Düzey Savunma
Grubu yeniden canlandırılmalı, Türk ve Amerikan Genelkurmay Başkanlıkları ve
orduları arasındaki diyalogların derinleştirilmesi için daha fazla çaba
harcanmalıdır.” önerisi yapılıyor.
RAND’IN PSİKOLOJİK HAREKÂT
TEMASI: “ORDU ZAYIFLADI”
RAND, 2016 yılından bu
yana Cumhurbaşkanı’nın TSK üzerindeki etkisinin arttığını bunun da “komuta
zincirini karıştırmış, hizmet içi rekabeti artırmış ve subay heyetinin
siyasallaşmasına yol açmış” olduğunu, “TSK'nın taktik ve
stratejik kapasitesini azalttığını” söyleyerek FETÖ’nün tasfiyesiyle
ordunun zayıfladığını iddia ediyor.
Raporda yer alan “Askeri
liderlikteki olağandışı siyasal faaliyetler ve profesyonellikteki genel düşüş
TSK’nın alt kademelerini yabancılaştırmıştır”, “Tasfiyeler ve askeri reformlar
TSK'nın stratejik ve taktik kapasitesini, hazır bulunurluğunu ve moralini
olumsuz etkiledi.” gibi ifadelerle Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı
psikolojik savaş yalanları tekrarlanıyor. Suriye’nin kuzeyinde Amerika’nın kara
gücünü dize getiren ordumuz zayıf gösterilmeye çalışılıyor.
Aynı iddiaların “Atatürkçü” maskeli,
emekli birtakım askerlerden de gelmesi Atlantikçi muhalefetin içinde bulunduğu
durumu göstermesi açısından ibret vericidir.
DARBE FİTNESİ
Cumhurbaşkanı ile Ordumuz arasına darbe
yalanıyla nifak sokuluyor.
2016 yılındaki FETÖ’cü darbe
girişiminden sonra TSK içindeki tasfiyelerin detayları, hangi kuvvette kaç
kişinin görevden alındığı bilgisi verilerek rakamlarla anlatılıyor. “Darbe
sonrasındaki tasfiyeler TSK’daki rütbelerin büyük ölçüde küçülmesine neden
oldu.” iddiası ortaya atılıyor.
“Orta düzeydeki
subayların komuta kademesinden son derece hayal kırıklığına uğradığı ve darbe
sonrası devam eden tasfiyelerde hedef alınmaktan endişe duydukları
bildiriliyor. Bu hoşnutsuzluk bir noktada başka bir darbe girişimine bile yol
açabilir ve Erdoğan tehdidi ciddiye alıyor gibi görünüyor.” iddiası, Orduya karşı fitne planının özünü oluşturuyor.
Amerika’nın Psikolojik Savaş
terminolojisinde yanlış bilgilendirmeyi kuvvetlendirmek için iki unsur birlikte
kullanılır: “Temel Yanıltma Noktası” söylenmek istenen esas yalandır, “Aldatma
Elemanları” da bu yalanı desteklemek üzere kafa karıştırmaya yarayan yardımcı
yalanlardır.
Rapordaki “Temel Yanıltma Noktası”, “Ordu
darbe yapabilir” yalanıdır. Ordumuza olan güven zedelenmeye, milli
kuvvetlere karşı şüphe yaratılmaya, en büyük kuvvetimiz zayıflatılmaya
çalışılmaktadır.
“Aldatma Elemanları” ise esas yalanı
destekleyen pek çok unsurdan oluşur; Erdoğan ordunun laik yapısını ortadan
kaldırmaya çalışmaktadır, halkın orduya güveni kalmamıştır, komutanlar
tutuklanma korkusuyla yaşamaktadırlar vb. 27 Mayıs ve 28 Şubat tartışmalarının
alevlendirilmesinin nedeni de budur. Herkesi ikna etmek için farklı bir yalan
anlatılır. Amaç, Ordu karşıtı cepheyi büyütmektir.
Rapor, FETÖ tasfiyelerinden sonra boşalan
görevler için hükümetin 43.000 yeni askeri personel alımı yapacağını, amacının
da “ordunun laikliğin koruyucusu rolünü kırmak” olduğunu iddia
ediyor. 2016 yılından sonra kurulan Milli Güvenlik Üniversitesi’nin de aynı
amaçla bütün askeri eğitimi belirlediğini söylüyor.
“Daha önce düzenin ve
laik devletin koruyucusu olarak görülen orduya halkın güveni aşınmıştır.” gibi dayanaksız iddialarla, Milletimizin Ordumuza olan güveni azaltılmaya
çalışılıyor.
ERDOĞAN-PERİNÇEK
HESAPLAŞMASI FİTNESİ
Aslında iddia yeni değil; yakından tanıdığımız Türkiye düşmanı eski
Pentagon yetkilisi Michael Rubin’in Kasım 2016’de yayımladığı “Türk
ordusunun kontrolü için hesaplaşma” başlıklı makalesinde benzer bir
iddia ortaya atılmıştı. Provokasyon amaçlı yazıda Rubin “En büyük savaş
Erdoğan ve Doğu Perinçek arasında olacak” derken “Perinçek grubunun darbe yapabileceği” yalanını ortaya atıyordu.
RAND raporunda Rubin’in makalesine atıfta bulunulması tesadüf değildir.
Bu yalanın tekrar gündeme getirilmesindeki
amaç Türkiye’nin Suriye, Doğu Akdeniz, Libya, Kıbrıs ve Karadeniz üzerinden
tehdit edilirken güveneceği yegâne kuvvet olan Ordumuza karşı nifak tohumları
ekmek, Orduyla Hükümet arasında güvensizlik yaratmaktır.
2- CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN İLE
HULUSİ AKAR ARASINA NİFAK
RAND raporu bir taraftan ordumuzdaki
FETÖ’cülerin tasfiye edilmesinden duyduğu rahatsızlığı dile getirirken, diğer
taraftan da darbe girişimi sırasında tutuklanarak ölümle tehdit edilen, buna
rağmen darbe bildirisini imzalamayarak darbenin başarısızlığa uğramasına
katkıda bulunan Hulusi Akar’a karşı itibarsızlaştırma operasyonu yürütmektedir.
Raporda “Hulusi Akar ABD ve diğer
yabancı meslektaşları için kilit bir muhatap olarak kalmıştır. Kendisi bir süre
daha Türkiye’nin savunma konularında etkili olmaya devam edecektir.” ifadeleriyle Akar üzerinde
şüphe yaratılmaya çalışılmaktadır.
Genelkurmay Başkanlığı sırasında görevi
gereği İsrail Genelkurmay Başkan Yardımcısıyla yaptığı görüşme hatırlatılmakta,
ABD ve NATO’dan muhataplarıyla sık sık görüştüğü söylenerek fitne
sürdürülmektedir.
Rapordaki yalanlara destek gecikmez; E.
Albay Mustafa Önsel, 29 Ocak 2020’de VeryansınTV’de yayımlanan yazısında
Amerika’nın iftiralarıyla, Hulusi Akar’ı hedef alır. Akar’ın başına taç
geçirilmiş fotoğrafının yer aldığı yazıda, Akar’ın Amerika’nın gönlündeki
iktidar tercihi olabileceğini yazar.
2017 sonrası terfileri tam da raporda
anlatıldığı gibi tarif eden M. Önsel, Akar’ın Ege adalarıyla ilgili
açıklamasını bile “bir nevi Piar” olarak değerlendirir,
“Bütün bunların sonucudur Anahtar muhataplık” ifadesiyle, ABD
fitnesinin merkezine düşmektedir.
M. Önsel işi, Cumhurbaşkanı’na suikast
timini yöneten FETÖ’cü Tuğgeneral Şahin Sönmeztaş’ın ifadesine dayanarak,
Akar’ın darbenin arkasındaki isimlerden olabileceğini ima etmeye kadar
vardırır. Mustafa Önsel, kendisini de dört yıl cezaevine atan kumpasların
arkasında Amerika’nın olduğunu unutmuş mudur? Yoksa Erdoğan düşmanlığı gözleri
bu denli kör etmiş, dost ile düşman karıştırılmaya mı başlanmıştır?
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar 9 Şubat’ta Hürriyet gazetesinde
yayımlanan röportajında “Raporda kullanılan, özellikle bakanlık,
şahsım, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Milli Savunma Üniversitesi hakkındaki
ifadelerin, aramıza nifak tohumları ekmek isteyen çevrelere malzeme olabilecek
kurnazlıkla kurgulanmış olmasını ve bunun da çarpıtılarak farklı anlamlar
yüklenmesini, gerçekleri yansıtmayan zorlama imalarda bulunulmasını esefle
karşılıyorum.” diyerek RAND raporundaki fitneye dikkat
çekmiştir.
3- CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN İLE
VATAN PARTİSİ ARASINA NİFAK
Raporda M. Rubin’e atıf
yapılarak, “2016 yılından bu yana, Türkiye'nin güvenlik sektörü parçalanma
yaşadı, tasfiye ve karışıklıklar askeri olmayan güçleri daha da güçlendirdi. Bu
alandaki binlerce boş görevi acilen doldurma ihtiyacı ve AKP’nin yetersiz
tabanı nedeniyle hükümet, aralarında Ergenekon ve Balyoz’dan yargılanmış
subayların da olduğu laik ve ultra milliyetçi kuvvetlere ve Avrasyacı ve
sosyalist Perinçek Grubuna yöneldi.” iddiası ortaya atılmaktadır.
Oysa Vatan Partisi asla Ordu, Emniyet veya
herhangi bir devlet kurumu içinde örgütlenmez. Elli yılı aşkın mücadelesi
boyunca aksini gösteren tek bir örnek bile yoktur.
Raporda “ (bu işbirliğinin) Gülen
örgütüne karşı ortak düşmanlığa, Türk milliyetçiliğine ve Batı karşıtı
düşünceye dayandığından, polis ve askeri güçlerin orta ve uzun vadeli siyasi
güvenilirliği hükümet için bir sorun olmaya devam ediyor ve AKP liderliğinin
dindar tabanı ile arasını açabilir.” tehdidi savruluyor.
2013’ten bu yana Dışişleri Bakanlığı’ndan
tasfiye edilen Gülencilerin yerlerine “Rusya ve Orta Doğu komşularıyla
daha yakın bir ilişkiyi destekleyen Avrasyacıların atandığını” belirtiliyor.
Milli Kuvvetler
arasında nifak yaratma girişimleri bu rapordan sonra hızlandı; kimi aktörler
son dönemde Vatan Partisi’ni ve Genel Başkanı Doğu Perinçek’i hedef alan
karalama kampanyalarına başladılar.
Operasyonun başını Ahmet Davutoğlu
çekmektedir. Davutoğlu her fırsatta Amerikan malı yalanlarla Vatan Partisi’ne
saldırarak “ABD’nin Ankara’daki adamı” görevini
sürdürmektedir. Bilindiği gibi ABD’nin yarı resmî organı olan Foreign Policy
dergisi, Davutoğlu’nun Başbakanlıktan uzaklaştırılması üzerine “USA loses its
man in Ankara” (ABD Ankara’daki adamını kaybetti) başlığını atmıştı.
Basın ayağında ise Akit TV’den Kenan Alpay
ve kamuoyunun yakından tanıdığı bazı gazeteciler bulunmaktadır.
Vatan Partisi’nin 22 Eylül 2018 tarihli
MKK Kararının özeti “Türk Ordusuyla, Türk Polisiyle, Tayyip Erdoğan
Hükümetiyle ve Milletin diğer güçleriyle aynı gemideyiz.” ifadesidir. Bu
karar Vatan Savaşındaki safları en net şekilde belirtmektedir. Bozgunculuk
Amerika’ya hizmet ediyor.
4- CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN İLE
KEMALİSTLER ARASINA NİFAK
Rapordaki çok çarpıcı iki cümle ABD’nin
laik – anti-laik çelişkisine bakışını özetlemektedir:
“Geleneksel olarak, Türk
siyasetindeki çatlaklar, birbiriyle çelişen iki ideoloji ya da Türk kimliğinin
iki dünya görüşü arasındaki derin ve kalıcı gerilimleri yansıtıyordu: Kemalist
laiklik ve siyasal İslam. Ancak son yıllarda bu bölünme AKP’nin Kürtlere ve
diğer azınlıklara karşı milliyetçi - ulusalcı ittifakı oluşturma çabaları
sonucunda gölgelenmiştir.”
Her fırsatta Türkiye’nin temel
çelişkisinin laik-anti laik çelişkisi olduğunu yazan RAND Raporu, bu
durumun “Gülen düşmanlığı, Türk milliyetçiliği ve Batı düşmanlığı
nedeniyle” gölgelenmesinden yakınmaktadır.
Raporda, Devlet içinde
örgütlenen haçlı irtica lideri Fethullah Gülen “Sufi İmam” olarak
nitelenirken, FETÖ’yü devlet içerisinden temizlemek için mücadele eden Erdoğan
şöyle suçlanmaktadır: “Erdoğan bir taraftan dinin kamusal alandaki rolünü
genişletmek, … laik düzeni destekleyen toplumun büyük kesimini ötekileştirmek
için adımlar atarken, etnik Türk milliyetçiliğini yol gösterici ideoloji olarak
benimsedi.”
Oysa Türkiye’de laiklik
karşıtı faaliyetlerin arkasında hep ABD oldu. Laiklik en büyük darbeyi, 12 Mart
ve 12 Eylül Amerikancı darbeler döneminde aldı. ABD, 1950’den bu yana irticanın
önünün açılmasını teşvik etti. Gerçek bu iken şimdi laikliği savunanları
ABD’nin kuvveti yapma taktiği göz bakmaktadır.
RAND’ın bu kışkırtmasının hem AK Parti’ye
yakın çevrelerce hem de “laikçi” çevrelerce sürdürüldüğünü görüyoruz.
Camilerimize yönelik provokasyonları, kilise haçının sökülmesini bu çerçevede
değerlendirmek gerekir. ABD kendisine karşı oluşan milli birliği suni bir
ayrışma ile dağıtmaya çalışmaktadır.
5- TÜRK MİLLETİ İÇİNDE TÜRK İLE
KÜRT ARASINA NİFAK
Raporun bütünü Türk ile
Kürdü birbirine düşürmeye çalışan, düşmanlık yayan, ayrıştıran, terör örgütü
PKK’yı öven, terörü haklılaştıran ifadelerle doludur. Rapora 1919 yılında
İngiliz Mandası altında kurulması önerilen, sınırları İç Anadolu’ya kadar
uzanan Kürdistan haritası eklenmiştir.
1990’larda teröre karşı
verilen mücadele “iç savaş” olarak tanımlanmaktadır. Türk Milletinin
asli unsuru olan Kürt yurttaşlarımız azınlık olarak nitelenmektedir.
“Erdoğan, toplumsal
kutuplaşmayı artırarak muhafazakâr milliyetçileri Kürtlere, Alevilere ve laik
entelektüellere karşı harekete geçirdi” ifadesiyle Cumhurbaşkanı
Erdoğan etnik ayrımcılıkla suçlanmaktadır.
“Birçok Kürt, Atatürk’ün
asimilasyon anlayışına baştan beri direnmiş ve 1920'lerde ve 1930'larda zorla
bastırılmış olan büyük isyanları sahnelemişti.” ifadesiyle Şeyh Sait ve Seyit Rıza’ya sahip çıkanlara selam
gönderilmektedir.
PYD’nin PKK’nın yan kolu olduğu itiraf
edilmekte, ancak ABD’nin Türkiye’ye karşı PKK/PYD’nin tarafını tuttuğu açıkça
söylenmektedir. “2015’te sona eren açılımın kalıcı sonuçlar
sağlayamamasının nedenlerinden biri de Türk hükümetinin PKK’nın Suriye kolu
olan PYD’ye ve milislerine karşı aldığı saldırgan tutumdur.”
“Barış sürecinin
sekteye uğraması nedeniyle PKK’nın yaşadığı hayal kırıklığı ve hükümetin Suriye
politikalarının yanı sıra, Ankara’nın özellikle Türkiye’deki laik Kürtleri
hedef alan cihatçı teröristlerin tehditlerini ele almaması PKK’nın 2015’te
ateşkesi De Facto olarak bitirmesine neden olmuştur.” ifadeleriyle 2015’ten sonra terör eylemlerine tekrar başlayan PKK
savunulmaktadır.
“Erdoğan’ın örnek aldığı … 2.
Abdülhamit 19. yy’ın sonlarında binlerce Ermeni’nin katliamını emretmiş,
anayasayı yürürlükten kaldırmış ve basın özgürlüğünü bastırmıştır” ifadeleriyle“otoriter Erdoğan” söylemi desteklenmekte, Ermeni soykırımı yalanı
sürdürülerek azınlıklar üzerine yapılan sözde baskıya tarihsel temel
aranmaktadır.
Güneydoğu Anadolu’da,
Suriye ve Irak’ın kuzeyinde terörle mücadelenin tekrar başlamasının, “HDP’ye
zulüm edilmesi ve 2016’daki darbe girişimi sonrasındaki olağanüstü halin”
milliyetçi duyguları ve kutuplaşmayı arttırdığı söylenmektedir.
“Erdoğan etnik Türk milliyetçiliğini yol gösterici ideoloji olarak
benimsedi.” iddiası ileri sürülüyor. RAND terörle
mücadeleyi etnik milliyetçilik gibi göstermektedir. Böylece, siyahi George
Floyd’un bir Amerikan polisi tarafından boğularak öldürmesinin ardından
başlayan “eylemlerin Türkiye’ye etkisi ne olur” tartışmalarında kullanılan “Türkiye’de
artan ırkçılık” söyleminin kaynağı da anlaşılmaktadır.
RAND, raporda Suriye’nin geleceğini
tartışırken, ABD’nin “Türk müttefikler ve Kürt ortaklar” arasında
diplomatik çabadan fazlasını göstermesi gerektiğini söylemektedir. ABD’nin PKK’yı
Türkiye’de ve Batı Asya’da kendisine en yakın aktör olarak gördüğü ve
önümüzdeki dönem de ondan vazgeçmeyeceği anlaşılmaktadır.
6- TÜRKİYE İLE KOMŞULARI
ARASINA NİFAK
Raporda, karşılıklı
çıkar ve çatışma alanlarını gösteren tablolar yardımıyla Türkiye’nin
komşularıyla olan potansiyel sorunları araştırılmakta, ABD’nin fitne çıkarmak
için kaşıması gereken alanlara işaret edilmektedir.
İRAN’A KARŞI İSRAİL İLE
İŞBİRLİĞİ, MEZHEP AYRILIKLARI FİTNESİ
Türkiye’nin komşularıyla olan ilişkileri
bir sorun yumağı olarak adlandırılıyor. İran’ın Irak’ta büyüyen etkisinin
yarattığı sorunlara rağmen Irak ve Suriye’de bir Kürdistan kurulması tehdidinin
İran ile işbirliğinin gelişmesine neden olduğu söyleniyor.
Ticaret, enerji, sınır güvenliği ve bölge
dışı kuvvetlerin etkisini sınırlamak konusundaki ortak çıkarlar önümüzdeki
dönemde İran’la işbirliğinin pekişmesini sağlayacak unsurlar olarak
değerlendiriliyor. Buna rağmen, “mezhep ayrılıklarından” dolayı
İran ve Türkiye ilişkilerinin gergin kalmaya devam edeceği söyleniyor.
Suriye’nin istikrara kavuşturulması ve
İran’ın bölgedeki etkisinin kırılması için İsrail ve Türkiye’nin işbirliğini
sağlamak amacıyla ABD’nin ağırlığını kullanması gerektiği ifade ediliyor.
RUSYA, KAFKASLAR VE ORTA
ASYA
Raporda Türkiye ile Rusya’nın
önümüzdeki dönemde ilişkilerini geliştirecekleri tespit ediliyor: “Türkiye'nin
değişen ulusal çıkarları için, NATO yerine Rusya ile çalışmaya daha istekli,
ABD için öngörülemez bir müttefik olarak kalması beklenmelidir.”
“Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da yüzünü Avrasya’ya döndüğünü belirtiyor: Erdoğan
daha çok ülkesinin İslam dünyasındaki yapısını inşa etmeye ve Rusya ve Çin ile
yeni ilişkiler kurmaya odaklanmış durumda.”
Türkiye ile Rusya arasındaki gerginlik
alanlarını “Rusya’nın hırsı ve Karadeniz’deki askeri gücü, iki ülkenin
Ortadoğu, özellikle de Suriye konusundaki amaçlarındaki farklılıklar ve
Türkiye’nin NATO üyesi olarak kalması” olarak tanımlıyor.
Rapor “Bugün iki hükümet stratejik bir
ortaklık sürdürdüklerini iddia etseler de işbirliği unsurları ve çatışma
potansiyeli arasında gidip geliyorlar.” ifadesiyle Türkiye ile Rusya
arasında güvensizlik yaratmaya çalışıyor.
“Rusya yeniden Türkiye
için en zorlu askeri tehdit haline gelmiştir.” iddiasıyla da Türkiye ile Rusya arasına nifak sokma çabasını açıkça
gösteriyor.
Rus General Valeriy Gerasimov’un 2016’daki
Türkiye ziyareti öncesinde, Karadeniz’deki Rus Donanmasının güçlenmesinin kuvvet
dengelerini Rusya’nın lehine değiştirdiğini açıklaması hatırlatılıyor. Bu sözde
tehdit yüzünden “Türkiye'nin Rus askeri ve ekonomik baskısına karşı
savunmasızlığı nedeniyle NATO ve Rusya arasındaki dengeleme stratejisinin devam
etmesi muhtemeldir.” değerlendirmesi yapılıyor.
Şaşırtıcı olan CHP PM üyesi Haluk
Pekşen’in 15 Şubat’ta Halk TV’de RAND raporunun tartışıldığı programda Rus
generalin bu açıklamasını hatırlatarak “Karadeniz artık bir Türk Gölü
değildir” demesidir. Diğer konuk Sözcü Yazarı Zeynep Gürcanlı da “Akdeniz
de değildir, Rusya geldi yerleşti” diyerek, Mavi
Vatanımızdaki asıl tehdit olarak Amerikan varlığı değil, komşumuz Rusya’yı
gösteriyorlar.
Atlantikçi muhalefetin Türk–Rus dostluğunu
hedef alan çıkışlarını, özellikle rapor yayınlandıktan sonra artan düşmanlık
körükleme amaçlı psikolojik savaş operasyonlarını fitne planı içinde
değerlendirmek gerekir.
TÜRKİYE’NİN ÖNÜNDEKİ DÖRT SENARYO
Raporun en can alıcı bölümlerinden birisi
“ABD Dış Politikası, Savunma Planlaması ve ABD Ordusu İçin Çıkarımlar” başlığını
taşıyor. Tablolar kullanılarak Türkiye ile komşularının, ABD ve
NATO üyelerinin ortak ve çelişen çıkarları listeleniyor. ABD ile Türkiye
arasında hala pek çok ortak çıkar olduğu ancak, politika farklılıklarının
karşılıklı şüpheleri derinleştirdiği tespiti yapılıyor. Bu çıkar çatışmalarına,
gelecekteki jeopolitik yönelimlere ve güç dengelerine göre, Türkiye için
aşağıdaki dört olası senaryo öngörülüyor.
1. Zor müttefik: Türkiye, NATO
operasyonlarına ve siyasetlerine bağlı kalan ve ittifakın kolektif güvenlik
garantilerine güvenen, zor ve bazen tereddütlü (sallantıda) bir NATO müttefiki
olmaya devam eder. Avrupa ve ABD ile ilişkiler etkileşimsel kalmaya devam eder;
ancak farklılıklar çok fazla gerilim veya yarılma olmadan yönetilmektedir.
2. Yeniden Dirilen Demokrasi: Bir muhalefet lideri veya koalisyon 2023’ten sonra Erdoğan’ı yenmeyi
başarır; 2017 referandumunda onaylanan anayasa değişikliklerinin bazılarından
geri döner ve daha Batı merkezli bir dış politika ve güvenlik politikasına geri
döner. Bu, ABD ve Avrupa ile politik ve savunma işbirliğinin güçlenmesine,
Türkiye'nin İsrail ve Arap ülkeleriyle ilişkilerinin geliştirilmesine ve Kürt
ve Kıbrıs sorunlarında ilerlemeye yol açabilir.
3. Stratejik dengeleyici: Türkiye, kimi zaman NATO’nun müttefikleri ve Avrasya’daki yükselen
ortaklarıyla (özellikle Rusya, İran ve Çin) olan bağlarını daha açık şekilde
dengelemek için harekete geçer; kimi zaman Batı pozisyonlarını destekler; ancak
sıklıkla değişen koalisyonlar oluşturur. Bu, Erdoğan'ın 2018 seçim
manifestosunda özetlenen bir stratejidir ve birçok AKP ve MHP’li politikacının
dünya görüşünü yansıtmaktadır. Bu strateji Türkiye için riskler taşıyor ve
ABD'nin Rusya, İran ve Çin'e karşı caydırıcılık ve savunma çabalarını zora
sokacaktır. ABD ve Avrupa hükümetleri ile sorunlar çözülmezse, en muhtemel
gelecek budur.
4. Avrasya gücü: Avrupa ve ABD ile
karşılıklı şüpheler ve politik farklılıklar bir kırılma noktasına vardığında,
Türkiye resmi olarak NATO’dan ayrılır; Avrasya ve Ortadoğu’daki ortaklarla daha
yakın işbirliği ve muhtelif ortaklıklar sürdürmek için harekete geçer. Bu durum
daha uzak, daha düşmanca ilişkilere neden olur ve askeri olaylar riskini
getirir.
RAND’IN UMUDU
CHP, İYİ PARTİ, HDP
KOALİSYONU
RAND raporundaki Atlantikçi iktidar
formülü şöyledir: “Eğer bu dönemde Türkiye’de yaşayabilir bir koalisyon
ortaya çıkar, Erdoğan ve AKP’yi 2023’ten sonra iktidardan söküp atabilirse,
2018 seçimlerinde NATO müttefikleri ve Avrupa Birliği ile ilişkileri
canlandırmayı savunan siyasi programlar açıklayan önde gelen üç muhalefet partisinin
daha uzlaşmacı bir yaklaşım göstermesi beklenebilir.”
Bundan sonra raporda muhalefet partileri
ve adayları ele alınıyor. 2018 seçimlerinin deneyimleri değerlendirilerek
Erdoğan’ı devirmek için nasıl bir ittifak kurulması gerektiği detaylı bir
biçimde tartışılıyor.
KILIÇDAROĞLU, GÜL, ARINÇ
VE DAVUTOĞLU’NA ÖVGÜLER
Rapor, adayları değerlendirmeye Abdullah
Gül ve Bülent Arınç’a övgüyle başlıyor: “Abdullah Gül partiler üstü bir
politika benimsemişti, Bülent Arınç da aynı dönemde Parlamentonun sesini
yansıtıyordu. Bu ikili Erdoğan’ın parti içindeki etkisini dengeleyen ve ılımlaştıran
bir rol oynadılar.” önce Gül ve Arınç’ın ardından da Davutoğlu’nun tasfiye
edildiğini söylüyor.
Seçim değerlendirmesi Kılıçdaroğlu’nun
Ankara’dan İstanbul’a yaptığı “Adalet Yürüyüşü”ne övgüyle başlıyor.
Yürüyüş, Gezi eylemlerinden sonraki en büyük ve etkili eylem olarak nitelendiriliyor.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerine geniş yer ayrılmış,
adaylar tanıtılıyor, seçimin neden “kaybedildiğini” tartışıyor, önümüzdeki
dönem için taktik ve stratejiler öneriyor.
RAND’IN DİĞER GÖZDELERİ: İNCE, DEMİRTAŞ VE AKŞENER
Raporda Muharrem İnce’yle ilgili övgüleri
yorumsuz aktarıyoruz:
“Duygusal bir
tavırlarla çekici bir hatip olan (Muharrem) İnce, CHP tabanını hareketlendiren,
dindar muhafazakârlara ve Kürtlere ulaşan, demokrasi için çabalayacak ve teröre
ve yolsuzluğa karşı mücadele edecek kapsayıcı ve tarafsız bir başkan olacağını
söyleyen, ilham verici bir kampanyacı olarak ortaya çıktı.” Rapor, İnce’nin kampanyaya geç başlamasına rağmen başarılı olduğunu,
özellikle kadınlar ve gençleri etkilediğini de eklemiştir.
Selahattin Demirtaş’la ilgili bilindik
propaganda tekrarlanıyor, “HDP lideri (Selahattin) Demirtaş, oy
pusulasına girmeye hak kazandı ancak seçim yarışındaki etkisini azaltmak için
hapishaneden kampanya yapmak zorunda bırakıldı.”
Meral Akşener hakkında
ise şu değerlendirmelere yer verilmiş: “Karizmatik bir
siyasetçi ve eski bir içişleri bakanı olan (Meral) Akşener, merkez sağda
muhafazakarlara ve laiklere hitap eden, hukukun egemenliğine saygılı,
milliyetçi bir aday olarak Erdoğan karşısında zorlu bir tehditti.” “Güçlü bir
kampanya yürüttü, milletvekili seçimlerinde oyların %9,96’sını aldı, bu da ilk
seçim için oldukça başarılıydı.”
Raporda Abdullah Gül de unutulmuyor: “Eski
Cumhurbaşkanı (Abdullah) Gül de tek adam rejiminden bıkmış olanların ortak
adayı olarak Cumhurbaşkanlığına aday olma olasılığını araştırdı, ancak geri
çekildi.”
RAND’IN 2018 SEÇİMLERİNDEKİ İKTİDAR
FORMÜLÜ
“İNCE AKŞENER DEMİRTAŞ İTTİFAKI”
Millet ittifakının seçime tek adayla mı,
birden fazla adayla mı girmesi gerektiğinin tartışıldığını söylüyor, ancak “İnce,
Akşener, Demirtaş ve Cumhurbaşkanlığı yarışındaki diğer birkaç adayla birlikte,
Erdoğan'ın ciddi hile yapılsa bile ilk turda kazanmak için gerekli oyların
yüzde 51'ini alması pek mümkün görünmüyordu.” ifadesiyle hile olmasa
bu yöntemin doğru olacağı değerlendiriliyor.
CIA’NIN SEÇİMLERDE HİLE
İDDİASI
Seçimlerde Millet İttifakının kaybetmesi
hilelere ve fırsat eşitsizliğine bağlanıyor.
- “AKP,
medyaya hâkim olmaları ve olağanüstü hâl durumunda kendilerine her avantajı
sunan bir seçim süreci nedeniyle durdurulamadı.”
- Avrupa
Uluslararası Seçim Gözlem Merkezi’nin hazırladığı “Adayların eşit
temelde rekabet edeceği şartlar yoktu” sonucuna ulaşan rapora atıf
yapılıyor.
- Muhalefet
partilerini sonucu kabul ettikleri için eleştiriyor: “Açık
usulsüzlüklere rağmen, muhalefet partilerinin hiçbiri bunların sonuçlara
itiraz edecek kadar önemli olduğunu düşünmüyordu.”
Fakat tüm “haksızlıklara” rağmen “Önde
gelen üç muhalefet partisinin 2018 başkanlık seçimlerinde %46 oy alması ve CHP
adaylarının 2019 seçimlerinde Türkiye’nin en büyük altı şehrinde belediye
başkanlıklarını kazanmaları; özellikle Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul’daki
belirleyici zaferi, Erdoğan ve AKP’nin yenilmez olmadığını göstermiştir.” denilerek sonuçların
kendileri açısından umut verici olduğu belirtiliyor.
“DİNDAR LİBERAL KÜRTÇÜ
İTTİFAKI” FORMÜLÜ
Raporda izlenmesi gereken önemli politik
gelişmelerden birinin “İYİ Parti liderlerinin seçimden sonra artık
ihtiyaç duyulmadığına karar verdikleri Millet İttifakı’nın gelecekteki bir
seçimde tekrar birleştirilip birleştirilemeyeceği” olduğu söyleniyor.
“Dindar
muhafazakarların, liberallerin ve Kürtlerin koalisyonunu Özal’ın Anavatan
Partisi’nde yaptığı gibi bir araya getirecek başka bir siyasi lider veya
partinin ortaya çıkıp çıkamayacağı.” sorusunu yanıtlamaya
çalışıyor.
“(Muharrem) İnce,
2018'de böyle bir koalisyona kapı açmaya çalıştı, ancak yeterli zamanı yoktu ve
CHP hala gelecekteki liderliği ve stratejisi konusunda bölünmüş durumdadır.” tespiti yapılıyor.
“CHP İLE HDP ARASINDA
KADER BİRLİĞİ”
CHP, pek çok yerde HDP ile birlikte
değerlendiriliyor. “Parlamentonun ikinci büyük partisi olan laik,
sosyal-demokrat CHP, son yıllarda, büyük ölçüde hükümet yetkilileri ve cumhurbaşkanının
neredeyse sürekli medya varlığıyla siyasi söylemde marjinalleştirildi. CHP ve
HDP temsilcileri yasal saldırılara uğradılar.” “Ana muhalefet partileri
marjinalleştiler.” denilerek hem Türkiye’de demokratik bir yönetim
olmadığı iddia ediliyor hem de CHP ve HDP arasından bir kader birliğine işaret
ediliyor.
CHP ve HDP arasında “daha derin işbirliğinin”
hayata geçmeyişi nedeniyle CHP içindeki gelenekçiler sorumlu tutuluyor. CHP’nin
Kemalist Milliyetçi mirası ise, Kürtçülerle ittifak açısından CHP’nin sırtında
bir yük olarak görülüyor. “CHP ve HDP arasında ortak sosyal demokrat,
liberal değerlere dayanan daha derin işbirliği zaman zaman tartışılmıştır,
ancak muhtemelen gelenekçi CHP’lilerden güçlü bir direnişle ve Kürtler
arasında, CHP'nin Kemalist-milliyetçi mirası konusunda, şüphe ile
karşılanacaktı.”
RAND’IN CUMHURBAŞKANI
ADAYI: İMAMOĞLU
Rapor CHP HDP ittifakını açığa
vuruyor, “HDP'nin de aralarında bulunduğu muhalefet partilerinin
desteğini alan CHP adayları, 2019 yılında Türkiye'nin en büyük on kentinden
altısında belediye başkanı seçildi.”
RAND’a göre en şanslı aday Ekrem İmamoğlu,
“Ekrem İmamoğlu'nun İstanbul Belediye Başkanı olarak kapsayıcı politikaları
ve kararlı zaferi, 2023 genel seçimlerinde onu Erdoğan'ın en zorlu rakibi
olarak öne çıkardı.”
AVRASYA’YA YÖNELEN
TÜRKİYE’YE ASKERİ TEHDİTLER
RAND, Atlantikçi ittifak planları
uygulanamaz ve Erdoğan iktidarı devrilemezse, Türkiye’nin “hizaya sokulması” ve
ABD ve Türkiye arasındaki yıkıcı çöküşün önlenmesi için; ilişkilerin “Stratejik
dengeleyici” veya “Zor müttefik” düzeyinde devam etmesini
sağlamak amacıyla ABD’ye önerilerde bulunuyor.
RAND Corporation Türkiye’nin Atlantik
ittifakından resmen koparak, Avrasya Gücü olmayı seçmesinin “askeri olaylar” da
dahil sonuçları olacağını söylüyor. ABD Türkiye’yi açıkça askeri kuvvet
kullanmakla tehdit ediyor. “Türkiye'nin iç siyaset, güvenlik ve ekonomik
durumları bir süre daha istikrarsız olmaya devam edecek.” diyerek
tehdit ediyor.
EKONOMİK TEHDİTLER
RAND Türkiye’yi sıcak paranın ülkeyi terk
etmesiyle tehdit ediyor. “Türkiye ekonomisi, yavaş büyüme nedeniyle doğrudan
yabancı yatırımların azalmasına ve sıcak paraların çıkışına karşı savunmasız
kalmıştır.”
Türkiye Avrupa Birliği adaylığından
ayrılacak olursa, “Ticaret ve yatırım politikası üzerinde etkisi
olacaktır ve henüz öngörülemeyen ekonomik maliyetlerle karşılaşacaktır.” “Bir
takım dev AB yatırımlarından vazgeçilecektir”, “Gümrük Birliği anlaşması bir serbest
ticaret anlaşmasına indirgenecektir.” Bu yöndeki gelişmelerin
Türk ekonomisinde büyük zorluklara yol açacağı iddia ediliyor.
TERÖR TEHDİDİ
Raporda terörle mücadele konusunda, “PKK,
YPG ve diğer terörist gruplarla mücadele etmek için alınan tedbirlerin artacağı
kesindir ve Erdoğan'ın öngörülebilir gelecekte 2008-2015 yılları arasında
sürdürülen PKK ile barış görüşmelerini canlandırması konusunda çok az ihtimal
vardır.” değerlendirmesi yapılıyor.
Türkiye, “PKK’ya yönelik sert
tedbirler devam ederse, iç güvenliğin endişe verici durumda kalacağıyla”tehdit ediliyor.
Raporda “Ülkedeki Eski ve Yeni
Terör Tehditleri” başlığı altında, büyük şehirlere yapılan saldırılar
anlatılıyor, “Başlangıçta şiddet esas olarak Türkiye'nin güneydoğusundaki
az gelişmiş bölgelerle sınırlıydı. Oysa Türkiye'nin daha modern, Batılılaşmış
bölgelerine, özellikle de İstanbul ve Ankara’ya yayılmış ve giderek artan sıklıkta intihar bombası saldırıları içermiştir. Bu durum
halkta artan güvenlik endişeleri yaratmıştır.” ifadeleriyle canlı bombalar hatırlatılıyor.
Türkiye satır aralarında, 1990’lardaki “iç
savaşa dönmekle”, canlı bombaların büyük şehirlerdeki saldırılarını
arttırmasıyla tehdit ediliyor: “Türkiye'nin
Güneydoğusundaki sokağa çıkma yasakları ve polis kuşatması da dahil olmak üzere
askeri tırmanış, 1990'lardaki iç savaş sırasında yürütülen operasyonları
hatırlatıyor.”
RAND RAPORU UYGULAMAYA KONULDU
RAND raporu açıklandıktan kısa bir süre
sonra Türkiye’yi de etkisi altına alan koronavirüs salgını nedeniyle siyasi
gündem adeta donduruldu. Rapor önce ilgisizlikle karşılandı, görmezden
gelinmeye çalışıldı. Ardından rapora fitne için konulmuş “darbe” yalanı,
“Anahtar muhatap” ifadeleri ortalığa döküldü. Milli Savunma Bakanı ve TSK
rapordaki fitnelere işaret eden açıklamalar yapsalar da Ordumuza yönelik
saldırılar bitmedi.
CHP
VE HDP ARASINDA AÇIK İTTİFAK ÇAĞRISI
Raporun
yayımlanmasından sonra HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan 22 Şubat’taki HDP
Kongresinde yaptığı açıklamada CHP'ye “ittifakı gizlemeyelim” çağrısında
bulundu. Buldan, "Yeni ittifakların olması gerektiğini savunan bir
partiyiz. Şeffaf olmalı, açık olmalı, birlikte görüntü vermeli ve hiçbir şeyden
korkmamalı. Cesarete ihtiyaç var bence. Biz kadınlar olarak tiyatro oyununda
birlikte bu görüntüyü verdik, bu cesareti gösterdik. Bir dahaki seçimlerde daha
açık daha şeffaf birlikteliklere ihtiyaç olacağını düşünüyorum." mesajını
gönderdi.
CHP Grup Başkan
Vekili Özgür Özel’in “Anayasa meşru değil” çıkışı, Canan
Kaftancıoğlu’nun “Önümüzdeki süreç, bir erken seçim ya da başka bir şey
getirebilir. Bir iktidar değişikliği değil hatta bir sistem değişikliğine
gidişatı görüyorum” ifadeleri hizaya sokulamayan Erdoğan hükümetine
karşı her yöntemin uygulanabileceğini söylüyordu.
İmamoğlu’nun İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın hazırladığı broşürlerde “Alevileri
İslam dışı” farklı bir din gibi göstermeye çalışması, Chatham House
ziyareti, Kadıköy Belediye’sinin “LGBTİ Çocuklar Vardır” afişi,
Özgür Özel’in DHKP-C üyelerinin ölüm oruçlarını desteklemesi, Milleti
ayrıştıran ve CHP’yi marjinalleştiren planın parçalarıdır. Foreign
Policy Dergisi’nin Kaftancıoğlu’nu parlatılmasını bu kapsamda
değerlendirmek gerekir.
CHP Genel Başkan
adayları Aytuğ Atıcı’nın “HDP ile ittifak yapılabilir” açıklaması,
Haluk Pekşen’in televizyon programlarındaki HDP savunuculuğu, CHP ile HDP’nin
açık ittifakına hazır olduklarını gösteriyor.
HDP Eş Genel
Başkanları 1 Haziran’da yaptıkları çağrıda “Hep Birlikte Demokratik
Geleceğe” başlıklı dokuz maddelik bir bildiri yayımladı; “Tüm demokratik
ve toplumsal muhalefet güçlerini eşitlik, özgürlük ve adalet için bir araya
gelmeye” davet etti.
CHP’nin cevabı
gecikmedi. PKK terör örgütü üyesi oldukları Yargıtay kararınca kesinleşen iki
HDP’li milletvekillinin görevden alınması sırasında, CHP milletvekilleri HDP
ile birlikte Meclis masalarına vurarak ve “Faşizme karşı omuz omuza” sloganları
atarak PKK’lı milletvekillerine sahip çıktılar.
ATLANTİK
İTTİFAKININ YENİ PARTİLERİ
AK Parti tabanını
zayıflatmak için 13 Aralık 2019’da Ahmet Davutoğlu’nun Gelecek Partisi, 9
Mart’ta da Abdullah Gül destekli Ali Babacan’ın Deva Partisi kuruldu.
HDP’ye destek,
FETÖ’ye özgürlük, Vatan Partisi’ne karşı psikolojik savaş konularında diğer
Atlantikçilerle aynı çizgide olan DEVA ve Gelecek partilerine CHP ve İYİ
Parti’den destek gecikmedi. Kemal Kılıçdaroğlu seçime girebilmeleri için
yirmişer milletvekili verebileceğini söyledi, ardından bu partilerle “% 99
aynıyız” açıklamasını yaptı. Akşener ise kendilerini “Demokrasi Masasına”
davet etti.
TOPLUMSAL
AYRIŞMA YARATILMAYA ÇALIŞILIYOR
Bugün RAND Raporu’nda açıklanan
fitne projesi adım adım uygulanmaya başlanmıştır.
Önce Ordumuza karşı yürütülen kara
propaganda yoğunlaştı. E. Amiral Cihat Yaycı’nın görev yerinin değiştirilmesi
ve ardından istifası üzerine başlayan tartışmalar, Donanmamızı, Genelkurmay
Başkanımızı, Milli Savunma Bakanımızı hedef alan karalama kampanyalarına
dönüştü.
Ardından Atlantik güdümlü kimi
çevrelerce başlatılan Vatan Partisi’ni hedef alan kara propaganda kampanyasıyla,
Türkiye Gemisi’ne zarar vermek üzere bir operasyona girişildi.
İbadethanelere yapılan
provokasyonlar ve Dink Vakfı’na gönderilen tehdit mektuplarının ardından
yürütülen kamuoyu yaratma çabaları ve Barış Çakan isimli gencimizin
öldürülmesinden sonra HDP/PKK tarafından “Kürtçe şarkı söylediği için
öldürüldü” yalanıyla başlatılan bölücü provokasyon kampanyasını tesadüf
değildir. RAND Raporunda defalarca anlatılan Milletimizin arasında ayırım
yaratma fitnesi uygulanmaya başlanmıştır.
ABD’NİN BÜTÜNSEL STRATEJİSİ
RAND raporunda girişin
ardından 2. bölümde “Dönüm Noktasındaki Türkiye”, 3.
bölümde “Türkiye’nin İran ve Irak’la ilişkileri”, 4.
bölümde “Türkiye ve Arap dünyasının ilişkileri”, 5.
bölümde “Türk İsrail ilişkilerinin geleceği”, 6. bölümde “Türk
Rus ilişkileri”, 7. bölümde “Türkiye - Kafkaslar ve Orta Asya
ilişkileri”, 8. bölümde “Avrupa, AB ve NATO ilişkileri” kapsamlı
biçimde incelenmektedir.
RAND Corporation Türkiye ve komşularının,
karşılıklı çıkar ve çatışma alanlarını ayrıntılı olarak değerlendirerek,
ittifakları ve işbirliklerini bölge ve dünya çapındaki etkileriyle birlikte ele
almaktadır. Son bölümde “ABD-Türkiye ortaklığı ve ABD Ordusu için
Çıkarımlar” başlığı altında ABD’ye önümüzdeki dönem için stratejik ve
taktik tavsiyelerde bulunmaktadır.
ABD, Türkiye’yi bütünsel
bir bölge stratejisi içerisinde değerlendirmekte, planlarını bu stratejiye göre
belirlemektedir. Raporda şu değerlendirmeler
yer almaktadır:
“Türkiye'nin iç
siyaseti, dış politika ve savunma politikaları ile askeri duruştaki gelişmeler,
ABD'nin savunma planlaması ve ABD Ordusu üzerinde, özellikle en acil bölgesel
güvenlik sorunlarından üçü açısından önemli etkilere sahiptir:
1- IŞİD sonrası Suriye'de
istikrarı sağlama, Ortadoğu'da terörizmle mücadeleyi geliştirme.
2- İran’ın Ortadoğu ve İran
Körfezi'ndeki etkisini engelleme
3- Rusya'nın Karadeniz
bölgesindeki ve ötesindeki nüfus ve askeri faaliyetlerinin dengelenmesi.”
Türk Rus dostluğu önemli bir tehdit olarak
algılanıyor. “Rusya’nın Karadeniz’deki askeri kuvvetini arttırması
gücünü Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’ya yansıtma yeteneğini de arttırmıştır.” tespiti
yapılıyor.
Türkiye’nin gelecekte de Rusya’yla
bölgesel işbirliğine dayalı bir güvenlik anlayışı izlemesi ihtimaline karşı ABD
Ordusuna, “Bulgaristan ve Romanya’da lojistik seçenekler hazırlama”,
“Türk donanmasıyla ilişkileri sürdürme ve derinleştirme” önerilerinde
bulunuyor.
DOĞU AKDENİZ’DE ABD ÇIKARLARI
İsrail’in Türkiye’ye karşı bir koz olarak
Kıbrıs ve Yunanistan ile enerji ve savunma işbirliğini genişletme çabaları ve
bağımsız Kürdistan’a destek olması Türkiye ile aralarındaki temel çelişki
olarak değerlendiriliyor. Suriye’nin istikrara kavuşturulması ve İran’ın
etkisinin kırılması amacıyla iki ülkenin pragmatik işbirliğini sağlamak için
ABD’nin ağırlığını kullanması gerektiğini söylüyor.
Doğu Akdeniz’de ABD çıkarlarının İsrail ve
Yunanistan’la ortak olduğu söyleniyor. “Amerika Birleşik Devletleri,
İsrail-Kıbrıs-Yunan doğalgaz anlaşmasının gerçekleştirilmesinde ve Doğu
Akdeniz'deki müttefikler arasında bir çatışmanın önlenmesinde jeostratejik ve
ekonomik çıkarlara sahiptir.”
RAND RAPORUNDA AVRASYA
YÜKSELİYOR ABD KAYBEDİYOR
RAND Raporu, geleceği ABD açısından hiç umutlu görmüyor.
Rapor, Türkiye’de siyasetçilerin git gide
Avrupa’ya bağlanma fikrinden uzaklaştıklarını, Avrasyacılığın hem akademik hem
siyasi çevrelerde güç kazandığını, NATO’ya olan güvenin azaldığını
değerlendiriyor.
ABD’nin PKK’ya desteğinin Avrasyacılığı
güçlendirdiğini tespit ediyor. “Özellikle Amerika’nın 2017’de PYD’ye
ağır silahlar verme kararından sonra Avrasyacılık hem akademik hem de siyasi
çevrelerde gelişmiştir.”
Önümüzdeki dönemde Atlantikçi bir iktidar
getirilemezse Avrasya’ya yönelimin süreceği belirtiliyor: “Önümüzdeki beş
ila on yıl boyunca Erdoğan, … ABD ve diğer NATO müttefiklerinin çıkarlarına
ters düşen iddialı dış politika ve savunma politikaları izleyecek gibi
görünüyor.”
“AB üyelik sürecindeki
başarısızlıktan kaynaklanan hayal kırıklığı ve Türkiye içindeki Avrasyacı
gerginlikler Rusya ile yakın dönem uyumu körükleyebilir.”
“Erdoğan ülkesinin İslam
dünyasındaki itibarını arttırmaya ve Rusya ve Çin ile yeni ilişkiler kurmaya
odaklanmış bulunuyor.”
“İNCİRLİK ÜSSÜ’NÜ
KAYBEDEBİLİRİZ”
Türkiye’nin Anti-Amerikan tutumu nedeniyle
gelecekte İncirlik üssünün kaybedilebileceğini söylüyor. “Türkiye ile
ilişkilerin oynaklığı göz önüne alındığında, ABD’nin İncirlik Hava Üssü'ne ve
Türkiye'deki diğer ABD ve NATO tesislerine erişimi kaybetmeye hazırlıklı olması
gerekmektedir.”
İncirliğin kaybedilme ihtimaline karşı
şimdiden önlem alınması gerektiğini savunuyor. “İncirlik’in kaybının
etkileri çok büyük olacaktır. Bölgede başka üs imkanları aramak hem
operasyonların sürekliliği için gereklidir hem de bu konuda Türk hükümetiyle
görüşmelerde güçlü bir koz olacaktır.”
PLANI BOZMAK İÇİN ÇÖZÜM
BÜTÜNSEL STRATEJİ
RAND
Raporu’nda da ortaya net bir şekilde çıktığı gibi ABD Türkiye’ye karşı bütünsel
bir yaklaşım içindedir. Karadeniz’den, Ege’ye ve Doğu Akdeniz’e, İran
Körfezi’ne, Libya’dan Suriye’ye ve İran’a kadar dost da düşman da aynıdır.
Karadeniz’den Umman Denizi’ne kadar tek bir cephe vardır.
Suriye’nin
kuzeyinde ABD destekli bölücü teröre karşı ittifak yaptığımız Rusya ve İran ile
diğer alanlarda da ittifak yapmak gerekir. Temel mesele ABD ve ortaklarının
bütünsel stratejisine karşı bütünsel yanıt üretmektir.
ABD,
Karadeniz’de Rusya ve Türkiye’yi hedef alıyor. O halde bu tehdide karşı
Karadeniz’de Rusya’yla birlikte hareket etmek gerekir. Kırım konusunda ABD’nin
istediği gibi tavır almak Türkiye Rusya dostluğunu zedeler.
Libya’daki
amacımız öncelikle Doğu Akdeniz’de Mavi Vatanımızın güvenliğini sağlamaktır.
Karşımızdaki kuvvet ABD, İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimidir.
Mavi Vatanımızı bölgesel müttefiklerimizle birlikte savunabiliriz. ABD’nin
Suriye ve Irak’ın kuzeyinde kurmaya çalıştığı kukla devlet İran ve Türkiye’yi
de tehdit etmektedir. Türkiye, İran, Irak ve Suriye’nin birlikte hareket etmesi
ABD destekli PKK terörünün kökünü kazıyacaktır.
İran’ı
tehdit eden ABD, Türkiye’yi de tehdit etmektedir. İran’a ambargo, Türkiye’ye
ambargodur. Türkiye ve İran’ın ekonomik ve güvenlik çıkarları ortaktır.
Dostluğa mecbur bir komşuluk ilişkisi içerisindeyiz. ABD’nin İran’la aramıza
sokmaya çalıştığı mezhep ayrılığı fitnesinin başarı şansı yoktur.
Çin’i
hedef alan “Doğu Türkistan” ayrılıkçılığının arkasında tıpkı PKK’nın ve
FETÖ’nün arkasında olduğu gibi ABD var. Türkiye’nin toprak bütünlüğü Çin’in
toprak bütünlüğüyle birlikte savunulur.
RAND
raporunda önümüze konulan “Stratejik dengeleyici” rolü, Türkiye’de terör
eylemleriyle, kardeş kavgasıyla, batı merkezli kışkırtmalarla karşı karşıya
bırakacaktır. Batı sisteminden tam bir kopuş yaşamadan Avrasya ittifaklarında
güven verici bir ortak olarak var olmak mümkün olmaz. ABD, “Avrasya Gücü”
olmayı seçerse Türkiye’nin NATO’yla “askeri olaylar” yaşayabileceğini
söyleyerek tehdit ediyor. Teröre karşı etkin mücadeleyi sürdürürsek “iç
güvenliğin endişe verici durumda kalacağını” söylüyor, ekonomik olarak
mahvetmekle tehdit ediyor.
Bu
tehditlere verilecek yanıt Türkiye Gemisini büyütmek ve güçlendirmektir. Temel
sorun iktidar sorunudur. Rapora göre ABD için en ideal olan “Yeniden Dirilen
Demokrasi” çözümü, yani Türkiye’nin yeniden Batı sistemine bağlanması, ancak
Atlantikçi ittifakının iktidar olmasıyla mümkün olur.
HDP’NİN
KAPATILMASI ATLANTİKÇİ İTTİFAKI DAĞITIR
ABD’nin
tek umudu CHP, İYİ Parti, HDP’nin başında bulunduğu koalisyonunun
yaşayabilmesidir. Atlantikçi ittifakında kritik ortak HDP’dir.
HDP
2018 seçimlerinde %11,7 oy almıştır. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Atlantikçi
ittifakının %50+1 oy alması için HDP olmazsa olmazdır. HDP kapandığı zaman
bölgedeki Kürt yurttaşlarımızın üzerindeki baskı sona erecek, halkımız özgürce
dilediği partiye oy verebilecektir. Kayyum atanan belediyelerdeki HDP oyları,
2019 seçimlerinde 2014’e göre %30’a yakın oranda düşmüştür. PKK ezildikçe HDP
güç kaybetmektedir.
HDP’nin
kapanması durumunda PKK’ya olan destek azalacak, PKK’nın ikmal yolları
kesilecek, PKK’ya akan paralar engellenecek, PKK’ya kadro akışı
kısıtlanacaktır. 16 Haziran’da başlayan Pençe Kartal ve Pençe Kaplan
operasyonlarıyla birlikte PKK’nın Irak’taki inleri temizlenirken, Ankara’nın
göbeğindeki ininin de temizlenme zamanı gelmiştir.
HDP’nin
kapatılması Atlantikçi ittifakını dağıtır; CHP içinde öbekleşmiş olan HDP
yandaşlarının etkisini kırar; CHP’nin de Türkiye Gemisi’ne gelmesini sağlar.
Milletimizin kutuplaşmasının önüne geçilmiş olur.
Türkiye’nin
önünde raporda öngörüldüğü gibi dört seçenek değil, tek bir gelecek vardır. O
gelecek Üreten ve Birleşen Türkiye’dir.